SONER AYDIN
Mersin Üniversitesi (MEÜ) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi öğretim üyesi Doç. Dr. S. Ulaş Bayraktar, Mersin ve kentlilik üzerine sorularımızı yanıtladı. Mersin’de insanların rahat edebileceği, bir araya gelip kaynaşabileceği alanların yaratılması gerektiğini belirten Doç. Dr. Bayraktar, kentin kültürünü yansıtan değerlerin ön plana çıkartılması gerektiğinin altını çizdi. Mersin’in Meclis’te grubu bulunan 4 partinin hem vekil çıkarttığı hem de belediyeye sahip olduğu tek il olduğunu hatırlatan Doç. Dr. Bayraktar, insanların ortak bir kültür etrafında toplanması gerektiğini aktardı.
“ONLARCA MEDENİYETE EV SAHİPLİĞİ YAPMIŞ BİR KENT”
SORU: Öncelikle biraz sizi tanıyalım, bize biraz çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
U. BAYRAKTAR: Kentleşme ve kent siyaseti üzerine çalışmalar yapan bir araştırmacıyım. Bu konu ile ilgili çalışabileceğim en iyi kentlerden birindeyim. Çünkü Türkiye’de kentleşme tecrübesinden bahsedecek olursak eğer Mersin’in bunun en önemli referanslarından biri olması kaçınılmaz. Mersin, Kavalalı İbrahim Paşa’dan bu yana göç alan bir kent. Bu kent Araplara, Levantenlere, Giritlilere, Kürtlere şimdi ise Suriyelilere kucak açmış bir kent. Bu sakinleriyle gelişmiş bir kentten bahsediyoruz. Daha da eskilere gidersek Yumuktepe bu kentin tarihini 8-9 bin yıl öncesine kadar götürüyor. Biz Yumuktepe’ye yeni katlar ekliyoruz.
“ÇOK PARTİLİ YAPIMIZ, SERMAYEMİZ”
SORU: Mersin tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, sürekli göç almış, birçok kültürden oluşan bir kent. Bu farklı kültürler bir araya gelebiliyor mu? İnsanlar birbirini yeterince tanıdı mı?
U. BAYRAKTAR: Mersin’de 8-9 bin yıl öncesine dayanan, 33 kattan oluşan Yumuktepe Höyüğü gibi bir yapı var ama oraya gitmiyoruz. Herkes kendi kentini ön plana çıkartmak ister ama çok nesnel bir şey söylemek şart. Düşünün ki bu kent başka hiçbir kente sahip olmayan bir değere sahip, Meclis’te temsil edilen 4 partinin hem milletvekili hem de belediye başkanı var. Türkiye’de başka böyle bir kent yok.
Bir HDP belediyesi ile MHP belediyesi komşu olsun ya da bir CHP milletvekili ile AKP milletvekili aynı ili temsil etsin. Bu aslında kentteki farklı kültürel katmanların bir göstergesi. Bu bir sermaye. Tabi biz sermayeyi ne kadar işleyebiliyoruz ya da ne kadar hakkını verebiliyoruz. Bu konuda hepimizin soru işaretleri var. Çünkü bu göç dalgasının bu kadar hızlı gelişmesi insanların bir araya gelmesini, farklı kültürlerden ortak bir sentez oluşturmasına izin vermemiş. Herkes kentin bir köşesinde kendi kültürünü devam ettirebilme fırsatı bulmuş. Herkes kendi kültürünü devam ettiriyor.
“ORTAK YAŞAM İMKANLARINA İHTİYACIMIZ VAR”
SORU: Peki biz zaman içinde Mersin kültürünü oluşturabildik mi?
U. BAYRAKTAR: Mersin kültürü diyebileceğimiz, Mersin’in kendi değerleriyle özgün bir kent olarak ortaya çıkması için gereğini yaptığımız konusunda kuşkularım, üzüntülerim var. Çünkü biz bu kente gelenleri bu kentle özdeşleştirecek emeği sarf etmemişiz. Ben kent kültürü dediğimiz hikâyeye adabı muaşeret derim. Yani birlikte yaşama hukukunun ortaya çıkması lazım. Bu adabı muaşerete görgü kuralları deriz. Hepsinin bir anlamı var. Farklılıkların bir arada yaşamasını belli kurallara bağlayacak bir ortak paydadır. Örneğin, solak olanlar okulda çok zorlanırlar çünkü okullarda bütün kolçaklar sağ ellilere göre tasarlanmıştır. Ya da bir solakla yemek yediğinizde kollarınız bir birine çarpar. Bizim birbirimize temas ederek ama birbirimizle çatışmadan bir arada yaşamamız için bir takım değerlere ihtiyacımız var. Ortak yaşam imkanlarına ihtiyacımız var. Kamusal alanda birbirimizi görmeye, birbirimize dokunmaya ihtiyacımız var.
“TARİHİ DEĞELERİMİZE SAHİP ÇIKMALIYIZ”
SORU: Kamusal alan dediğiniz mekanlar ya da alanlar nasıl yaratılacak. Özellikle yerel yönetimlere ne gibi görevler düşüyor?
U. BAYRAKTAR: Birbirimizin kültürünü görmemiz, onu tamamız lazım. Sevmek değil, biz bunu yanlış anlıyoruz. Birlikte yaşamanın birbirimizi sevmekten geçtiğini sanıyoruz. Oysa sevmeden de bir arada yaşayabiliriz. Bir arada yaşamak, birbirimize temas etmek için illa birbirimizi sevmek zorunda değiliz. Bunun mecralarını oluşturmak zorundayız. Bunun 4 ilke üzerinden hayata geçirilebileceğini düşünüyorum. Birincisi bu kenti tanımamız lazım. Bu kente gelenlerin gururla Mersinliyim diyebileceği semboller yaratmalıyız. Örneğin, Yumuktepe’yi, Soli’yi, Uzuncaburç’u, Kızkalesi’ni, St. Paul’u, Kanlıdivane’yi bu kentin amblemi haline getirmeliyiz. Mersin’e katkı vermiş, omuz vermiş şahsiyetler üzerinden gitmeliyiz. Mersinli Ahmet’ten, Victor Venüs’e, Ümit Yaşar Oğuzcan’dan Lefter’e kadar Mersin’le özdeşleşebilecek kişilikler üzerinden hareket etmeliyiz. İkincisi, insanların anıları olan Çamlıbel, aşıklar parkı, kültür merkezi, Soli, Yumuktepe gibi mekanlar. Üçüncüsü kurumlar. Belli kurumlar var. Bizim kuşağımız için Test Teknik Dershanesi mesela. Bizim okul arkadaşlığımızın yanında çok farklı dershane arkadaşlığımız vardı. İşte hem mekan hem okul olan İçel Koleji, Toros Koleji ya da İleri İlkokulu, Çankaya İlkokulu var. Dördüncüsü ise markalar. Kentte yer edinmiş markalar üzerinden gitmek. Örneğin, Künefeci Emin Usta, Dondurmacı Halil. Kimse misafirini Yumuktepe’ye götürmez ama bir tantuni yedirir. Künefe yedirmeden göndermez. Mesela Arabağa kahvecisi. Arabağa’nın kurucusu Giritli aslında. Dışarıdan bakan biri Arap zanneder ama tam tersi Giritli, farklı bir coğrafyadan. Örneğin tantunici çekişmeleri vardı. Orada yenilmez burada gibi atışmaları olur. Buralara sadece bir ticari deyip yer deyip geçmemek lazım. Hepimizin oralarda anıları var. Pastaneler var örneğin, kız arkadaşımız ile gidip keşküle kaşık attığımız yerler buralar. Kişisel hikayemizde paylaştığımız yerler. Bu tür değerleri öne çıkartmak gerek. Yani Mersin karaktersiz, kişiliksiz bir kent değil. Milattan önce 6.000 bin yılına giden arkeolojik yapıları da var, bugün artık bir markaya dönüşen tantunicisi de var.
“KENT MERKEZİ BATIYAYA KAYIYOR”
SORU: Mersin’de halkın toplanabileceği, bir araya gelebileceği bir alan yok. Bu ne gibi bir eksikliği ortaya çıkartıyor?
U. BAYRAKTAR: Biz toplumcu belediyecilikten sadece sosyal yardımı anlıyoruz. Kime ne kadar yardım ediyoruz. Tabi ki yakacak yardımı, gıda yardımı çok önemli ama toplumcu belediyecilik aynı zamanda o kentin hemşirelerinin kaynaşmasını, karşılaşmasını sağlayacak düzenlemeler yapmaktır. Eğer biz bu kentte, o dönem Türkiye’nin en önemli toplumsal olaylarından biri olan Gezi sürecinde bir alışveriş merkezinde toplanmak zorunda kalıyorsak ve bütün sürecin bir alışveriş merkezi yapımına karşı olduğunu hatırlarsak burada bir sorun var. Yani bu kentin merkezi o kadar kaybolmuş ki insanlar bir alışveriş merkezinde toplanmak zorunda kalıyor. Şuanda Özgür Çocuk Parkı kadar eylem yapılıyor Forum AVM havuz başında. İnsanların bir araya gelebileceği, karşılaşacağı mekanlar yok. Eskiden taş binanın önünde açıklamalar yapılırdı, kentin merkezi batıya kayıyor ve kayarken de kamusallaşma imkanlarını kaybediyor. Dolayısıyla insanlar birbirini görmüyor. Kalkıp İstanbul’da, Ankara’da Mersin Fuarları yapmak yerine burada yapacağız o fuarları. Önce birbirimizi tanıyacağız. Biz onların Noel’ini kutlayacağız, onlar bizim bayramımızı kutlayacağız. Mezarlıkta 3 dinin bir arada olması gibi. Ölünce birlikte olabiliyoruz ama ölmeden bir arada olabilmeyi sağlamalıyız. O mecraları yaratmalıyız. O zaman Türkiye için bir örnek olabilecek kent kültürü yaratabiliriz. İki hafta düzenlenen maraton bile öyle güzeldi ki. Düşünün Mersin’de 20-25 bin kişi bir araya geldi ve kentin sokaklarında dolaştı. Çok güzel bir parkurdu. Farklı farklı insanlardık ama bir aradaydık. Bu tür festivaller yaratmalıyız.
“KENTLERİN OTURMA ODALARIMIZA BENZEMESİ GEREKİYOR”
SORU: İnsanları bir araya getirilmesi için belediyeler neler yapabilir. Onlara ne gibi görevler düşüyor?
U. BAYRAKTAR: Bu kentin belediyecilerinin abartılı peyzajlarını görünce bazen hiçbir şey yapılmasa daha iyi diyorum. Örneğin, Londra’da Hyde Parkı ya da Paris’te Lüksemburg Parkı var. Buralarda insanlar bir araya gelebiliyor. Bizdeki gibi abartılı heykeller, yollar, tabelalar yoktur. Kamusal alan dediğimiz insanların bir araya geldiği yerlerdir. İnsanlar artık bir araya gelsin. Bunun için de bazen sadece bir yeşil alan bile yeterli. Kentlerin oturma odalarımıza benzemesi gerekiyor. Rahat edebileceğimiz, kendimiz olarak ortaya çıkabileceğimiz yerler yaratılması gerekiyor. Kitap okuyabileceğimiz, top oynayabileceğimiz alanlar bile yok. Para vermeden top oynayabileceğimiz yer kalmadı. İnsanların bir araya gelebileceği yerler yaratılmalı.