Bir kişi (bu kişi bir arkadaşım ya da danışanım olabilir) benimle sohbetinde, yaşadığı sıkıntının büyüklüğünden, asla içinden çıkılamaz ve çözülemez olduğundan bahsedip, beni de buna ikna etmeye çalıştığında, ona teslim oluyorum.
Çünkü artık biliyorum, hiç bir problem, problemi yaşayana rağmen çözülemez.
Yani kişi, çözümsüzlüğe odaklanan zihnini aradan çekemiyorsa, aralarına hiç kimse giremez. Yaşadığım deneyimler bana, bazı insanların, doktorlara, terapistlere, danışmanlara gitme nedeninin iyileşmek değil; karşılarındakini, durumlarına ikna etmek için olduğunu öğretti.
O da çözemedi, bu da bilemedi, şu da teşhis koyamadı listesini attırmak için çalmadıkları kapı bırakmayan bu tür insanların davranışlarına baktığınızda iyileşmek istiyor oldukları yanılgısına kapılabilirsiniz.
Ancak Kant'ın ödev ahlakında da çok net belirttiği gibi; bir davranışın sonucu değil, yapılırken ki niyetidir aslolan.
Zaman zaman niyetlerinin kendileri bile farkında değildir bu tür insanlar.
Bilinç dışı yapar, yaptırır, tezgâhlar ve doğal olarak istediği sonucu alır.
İkincil kazanç da denilen, beslendiği bir duygu vardır çünkü çözümsüzlükten.
Mesela geçmişte yaptığı bir hatanın bedelini bu şekilde ödediğini düşünüp ruhunu rahatlattığı yanılgısında olabilirler.
Ya da ona zarar verdiğini düşündüğü insanların onun bu halini gördüğünde vicdan azabı çekeceklerini düşünüp, onları cezalandırmak için bu halini devam ettirmeyi seçiyor olabilir.
Bana düşen insanların seçimlerine saygı duymak.
Saygı da duyuyorum ancak bir şartla; bunun bilinçli ya da bilinç dışı bir seçim olduğu vurgusunda bulunarak.
Bana ne iyileşmeyeceğim işte!
Sana ne iyileşmeyeceğim işte, diyene verdiğim net bir cevap var: Doğru, bana ne, bu senin seçimin…