Tarih : 18.04.2018
E-Mail : nalanturgutlu@gmail.com
Kintsugi Ya da Peki siz en son hangi yaranızı sarmak için çabaladınız?
Sevgili bir arkadaşım geçen gün Kintsugi sanatından bahsetmişti, iyi de etti sağ olsun, günlerdir aklımdan çıkmadı gitti, hatta resmen yer etti… Uzun süredir baş edemeyişlerimin, kotaramayışlarımın cevabı oldu desem yeridir… Ama önce Kintsugi sanatını kısaca özetleyecek olursam: ALTINLA YAMAMA anlamına gelen “Kintsugi” kelimesi bir çeşit “tamir sanatı”, biraz daha açmam gerekirse “KIRILAN PARÇALARI BİRLEŞTİRME SANATI”. Kırılan parçaları ALTINLA bir araya getirme kısmı ise o kırılmışlıkların ne kadar değerli olduğuna bir vurgu… Yama gibi üstünü örtmek, dönüştürmek, deformasyonu gizlemek değil… Tam tersine o kırılmışlıkların, yaşanmışlıkların, kusurların, hasarların ön plana çıkarılması, altının çizilmesi, o pürüzlerin inatla ve itinayla gözümüze sokulması… Bir nevi insan olan yerlerimizin acımasının güzelliği… Olmamış gibi davranamayanların, olanla baş etmeye çalışırken titreyen ellerin, sızlayan yüreklerin değdiği yer… O yaralar… Çünkü… Varlar…
Yok sayarak yok edemediklerimiz, olmamış gibi davranamadıklarımız… Pürüzlerimiz, marazlarımız, kusurlarımız, kırgınlıklarımız, paramparçalığımız… Hayallerimiz ve kırgınlıklarımız… Ne de olsa en çok hayal kurabildiğimiz yerlerden ve kişilerden kırılırız…
Son iki buçuk yılı yaşanmamış gibi davranmak zorunda kalmanın ağırlığını yaşadık çoğumuz, çoğu zaman ayrı ayrı, genelde bir başımıza… Yasta değil, isyanda olmanın, olmak zorunda kalmanın, gidenlere özür değil, ömür borçlu oluşumuzun sıkıntısını… Delir(e)medik, us yitiminden döndük eyvallah ama aklımızı da korumuş sayılmayız korkarım…
Tabii ki yılmadık, ama tabii ki konuşamadık da bunları… Bunları konuşmak zayıflık, umutsuzluktu çünkü… Halbuki bizim her daim dimdik ayakta olmamız gerekirdi… Hunharca dövülüp ”acımadı ki” diyen inatçı çocuk misali… Ama pek bir acıyordu belli ki… Alanlardan, işlerimizden, güneşin sofralarından, tek sığınağımız olan dostluklarımızdan ihraç edilmişken, mümkün müydü acımaması?
Denedik, düştük, düşmemiş gibi davranıp yine denedik, tabii ki yine düştük… Bir şekilde ayağa kalktık ve yine yan yana denedik… Bu sefer birlikte düştük… Ama sonra inat ettik… Madem başka dünyalar mümkün diyorduk 20 yıldır, başka yollarla deneyip, başka diller, başka ilişkiler, başka çıkışlar oluşturmak gibi bir sorumluluğumuz da vardı…
Ve buna niyet ettik 4 kişi… Bakmayın o kadar pürüzsüz, romantik bir hikaye değil bizimkisi… Zira hepimiz fazlasıyla imtiyaz sahibi pratiklerimizle, hatırı sayılır egolarımızla kalkıştık bu işe… Tartıştık, ağlaştık, bağrıştık, kırıldık, kırdık… Kendimizden, birbirimizden beklemeyecek kadar çok kırdık… Ama her gelenin umudu altın gibi kırılan yerlerimizi onarma gücü verdi bize… O iradeyi, o iyi niyeti, o güveni verdi… Şahane bir ekiple, daha da şahane dostlarımızla, façadaşlarımızla birlikte; giden cancazlarımızın yarasını yamamaya çalıştık… gitmemişlercesine değil de, gidişleri hep içimizdeymişçesine…
O yüzden Kültürhanede ne yapıyorsun diye soranlara cevabım: “biraz kek, biraz börek ama çokça Kintsugi”…
Peki ya siz, siz en son ne zaman denediniz çıplak elle kendi yaranıza dokunup, yaranızın acısını, gerçekliğini, yara izini ve onun güzelliğini keşfetmeyi? Aynaya bakıp bütün tökezlemelerinizin, kotaramayışlarınızın, sizi kendinize sınırlı ve yetersiz hissettirse de; samimiyetinizi, çabanızı… Ama bu kotaramayışların tam da sizi siz yapan özellikler olduğuyla yüzleşmeyi? Bunun için çokça çaba ve metanet gerek illa ki… Ama o çaba ve o kırgınlıklar o kadar gerçek ki…