Geçenlerde bir beyefendi geldi. Bizimkilere “Size selam getirdim Mustafa’dan” dedi. Hangi Mustafa derken Mustafa Şener olduğu ortaya çıktı. Yurtdışından gelen bir selam yani. Hiç görmedim, tanımam Mustafa’yı ama iyi bilirim. Terasta en uçtaki masadır kendisi. Selamı getiren ağbi de hiç bilmeden onun masasına oturmuştu zaten.
Gelenler bilir diğer masalarda da isimler yazar. Alfabetik olarak Ali Ekber’den başlar, Yasemin’e kadar. Hakop, Bermal, Eylem, Hakan M., Melehat, Mustafa Ş., Selim, Tolga. Hiçbirini tanımamıştım. Bediz’i tanıdım, onun adını da kaldırdılar masamdan ben tanıdıktan sonra.
Meğer bu isimler bizimkilerin sürgündeki arkadaşlarının isimleri imiş. Çoğunluğu Almanya’da birkaçı da Fransa’da, İngiltere’de, Amerika Birleşik Devletleri’nde imiş.
Bizimkilerin attıkları barış imzası sebebiyle işlerinden atıldıktan sonra davet alıp çalışmaya yurtdışına gitmişler. Pasaportları da iptal edildiği için şimdi geri dönemiyorlarmış.
Anlayacağınız bizimkiler hasretlerini dövme yapıp benim masalarıma yazdırmışlar. Konuklar gelip de sipariş verdiklerinde adlarını anıp, kulaklarını çınlatmış oluyorlar: “Hakop’a bir çay, Melehat’e iki kahve, Selim’e bir limonata” gibi.
İçerideki masaların birkaçında da isim var ama onları gördüm, biraz da olsa tanıdım çünkü onlar da işlerinden olup hala Türkiye’de ama Mersin dışında Ankara’da, İstanbul’da yaşıyorlarmış. Açılışa gelmişti Ayşe D. arada gelemedi bir türlü geçen tekrar uğradı. Bizimkilerde bir neşe. Esin arada bir geliyor allahtan, geçenlerde düğün kutlamasını bile Mersin’de yaptı.
Diğer masaların da üzerlerinde yazmasa da ismi var aslında. Tabloların altındaki masalar ressamlarının adıyla anılıyor: Ekin, Ahmet, Murat ve Musa. Bir de Berkin masası var. Tahmin edebileceğiniz gibi çocuk kitaplarının oradaki masa onun adını taşıyor.
Bazen düşünüyorum da ne çok hikayeyi barındırıyorum şu halimle. Dışarıdan bakan biri kafe, kitapçı der geçer ama doğuşum, var oluşum ve sahip olduklarım, ağırladıklarımla her köşemde bir duygu, hadi Özgür Mumcu’nun deyişiyle bir titreşim var. Kuruluş hikayem ayrı, hayata geçişim, yaşayışım ayrı bir hikaye. Gördüğüm dayanışma, hissettiğim sevgi ve umut, raflarımdaki kitaplardaki, konuklarımın anlattıklarındaki deneyimlerle sahip olduğum zenginliği düşündükçe sadece bir kafeden fazlası olduğumu ben de hissediyorum ne yalan söyleyeyim.
Umut bostanı diyorlar ya bizimkiler, daha bile fazlası belki. Hasretten, öfkeye, hayalkırıklıklarından, sabırsızlığa binbir duygu ve deneyimden oluşan bir ruh kuşağıyım sanki...