Altı yıldır Mersin Üniversitesi’nde öğrenciyim. İletişim Fakültesindeki 2014 yılını gözlerimin önüne getiriyorum da... O vakitler Çiftlikköy Yerleşkesinde geniş kır alanlar vardı. Kuşlar, kelebekler, börtü böcek özgürce uçardı. Metrekareye düşen öğrenci ve çalışan sayısı daha azdı ve oksijen daha boldu. Yerleşkede dört mevsimin gelip geçtiğini etrafımıza bakarak anlardık. Altyapı öğrencilerin ve personelin ihtiyaçlarına rahatlıkla yanıt verirdi, ihtiyaçları karşılardı. 2014'lerde Mersin Üniversitesi Çiftlikköy Yerleşkesi doğayla iç içeydi ve sizlere tertemiz, mis gibi görüntüler sunardı.
Yıl 2019...Yani şimdi... Ben yine üniversite öğrencisiyim. Yalnız Çiftlikköy'deki Üniversite Yerleşkesi tanınmayacak bir halde. Şehrin içlerinde olan fakültelerin büyük bölümü yerleşkeye taşındı, yerleşkede yeni yeni fakülteler açıldı- İslami İlimler Fakültesi gibi- O canım açık alanlar beton bloklara, binalara boğuldu, ağaçlar ve makiler söküldü; kuşlar, böcekler, kelebekler yerlerini yurtlarını terk edip uçuştu. Binalar, yollar, derslikler, amfiler, kafeler öğrencilerle, üniversite çalışanlarıyla tıklım tıklım. Çevre âdetâ Pekin caddeleri, sokakları gibi kalabalık. Artık altyapı ihtiyaçlara yanıt veremiyor, yemek kuyrukları yüzlerce metreyi buluyor, ayıptır söylemesi tuvaletlerin birçoğu tıkanmış durumda, arızalı. Tuvalet kağıdı hak getire. Binlerce binek arabası park edecek yer arıyor, ortalık arabadan geçilmiyor. Yani Mersin Üniversitesinin ana yerleşkesi bu haliyle çok kalabalık, burada göz gözü görmüyor, bir gördüğün kişiyi bir daha görebilme ihtimalin çok zayıf.
Peki ya çözüm? Artık çok geç, köprüler yakılmış zaten. Ülkemizde akıl, bilimsellik nadiren görüldüğünden her güzel şey eninde sonunda bozuluyor, yok ediliyor.
Bilimde, sanatta, proje üretimde, kitap yazmada nal toplayan Mersin Üniversitesini kalabalıklara boğup betonlaştıran, maharetli yöneticileri(!) ne denli tebrik etsek(!) vız gelir tırıs gider.
FİKRİ TAKİP
Mersin'imizin ta Karaduvar'dan Mezitli'ye uzanan kıyı şeridi var. Kadim Akdeniz'in engin ve görkemli güzelliğini buralarda doya doya görmeniz, içinize çekmeniz mümkün.
Bu uzayıp giden güzergâhta iki önemli park var: "Atatürk Parkı", "Kültür Park". Daha önceki yazılarımın birinde altını çizdiğim gibi bu parklar çırılçıplak, adeta çöl gibi. Bu parklar insanları kendinde tutup onları mest etmiyor. Çünkü denizin iyot kokusuyla, güzelliğiyle insanları oyalayacak doğru dürüst dinlenme tesisleri, etkinlikler yok, oyun alanları yok, sihirbazlar, cambazlar yok, ağzından ateş saçan ateşbazlar yok, türkücüler, şarkıcılar yok, sokak sanatçıları yok...
Belli bir cazibe sunmayıp insanları doyurmayan bu parklara hasbelkader düşen insanlar can sıkıntısıyla yürüyüp gidiyorlar.
Başta Büyükşehir Belediyesi olmak üzere ilgili ilçe belediyeler bir araya gelerek bu parkları nasıl canlandırabiliriz, insanlarımızı buraya nasıl çekebiliriz, onlara ucuz ve kaliteli nasıl vakit geçirtebiliriz diye projeler üretmeliler ve bu projeleri bir an önce hayata geçirmeliler.
Yoksa şu halleriyle ne Atatürk Parkı ne de Kültür Park kendilerine gelen insanlara keyif vermektedir. Ancak bu keyifsizlikte parkların suçu ve günahı yoktur. O zaman zihinlere yanıtı aranan şu soru düşmektedir:
"Peki o zaman ihmalkâr olan kimdir, hangi kurumlardır?"