Yazının başlığını kim görse aynı adı taşıyan Trevanian’ın efsane romanı akıllarına düşer. Aslında meramıma çok da uzak değil.
Japonca’da bir bilgiden çok bir anlayış, yaşam biçimi, uyum ve sadeliği ifade eder. Kitap da ise karşılığını şöyle bulur;
“Şibumi, sıradan, olağan görünümlerin altında yatan gizli üstünlükleri anlatır. Şöyle düşün. O kadar doğru bir söz ki, cesaretle söylenmesine gerek yok. O kadar dokunaklı bir olay ki, güzel olmasına gerek yok. O kadar gerçek ki, sahici olmasına gerek yok. Şibumi demek, bilgiden çok anlayış demek. İfade dolu bir sessizlik demek. Kendini kanıtlama gereği duymayan bir alçak gönüllülük demek. Sanatta şibumi zarif bir basitliği ifade eder. Buna SABİ denir. Felsefedeyse kendini WABİ olarak gösterir. Büyük bir ruhsal rahatlıktır ama pasiflik değildir. Hakimiyet peşinde olmayan otoritedir…”
Bu anlayışa işaret eden Montaigne bir denemesinde, “İnsanlar başaklar gibidir, olgunlaştıkça eğilir”, der.
Şükrediyorum ki, Mersin’de, bu olgunluğa tanıklık ettiğim onlarca arkadaşım, bir o kadar da tanıdıklarım var. Çoğu, ressam, edebiyatçı, gazeteci ya da müzisyen. Onları kendime bir ayna gibi tutmaya gayret ediyorum.
Yine böylesine değerli insan hazinesini içerisinde barındıran, onlarca sanat kurumuna sahibiz. Bu kurumlarımız da kentimize ayna olmaya devam ediyor.
Opera Orkestrası, Korosu ve Balesi, MERFEST, AKOB, Mersin Kenti Edebiyat Ödülü, İçel Sanat Kulübü, Konservatuvar, Kültürhane, Altan Erkekli Sahnesi, Tiyatro Agon, Büyükşehir Tiyatrosu, yarattığı değerleri herkesin bildiği Betik Sahaf, Sinema Derneği’nden ayrılıp da Toroslar ve Erdemli Tiyatrosu’nu kuran arkadaşlar, akla ilk gelenlerdir. Bizlere paha biçilmez anlayışlar kazandırdıkları için büyük iltifatları hak ediyorlar.
Yazar, şair, müzisyen, ressam, gazeteci, oyuncu, daha pek çok insan hazinesi ve kurumlarıyla Mersin, ülkemizin de umudu olmaya aday eşsiz bir kenttir.
Bu, Mersin’e davet yazısıdır, güzellikleri paylaşmak için…