Kadınlar arasındaki dayanışmanın artmasıyla kadın mücadelesinin daha da yükseldiğini aktaran Mersin Kadın Emeği Kolektifi üyesi Canan Yüce, kadınlara dayanışma çağrısında bulunarak “Biz, öncelikle bir kadın birey olarak var olmalıyız” dedi.
HEDİYE EROĞLU - MEHMET NABİ BATUK
Mersin Kadın Emeği Kolektifi üyesi feminist aktivist Canan Yüce, ülke genelinde sürdürdükleri kadın mücadelesini değerlendirdi. Kadın mücadelesinin kazanımlarının, kadınlar arasındaki dayanışma ve işbirliğinin artmasıyla beraber her geçen gün daha da yükseldiğini kaydeden Yüce, kadına yönelik şiddetle mücadelede yasalardaki açıklıkların bir an önce giderilmesi ve belediyelerin kadın merkezleri konusunda artık ellerini taşın altına koyması gerektiğini söyledi. Sahadaki çalışmalardan da bilgi veren Canan Yüce, karşılaştıkları en büyük problemin kadınların kendi özlük hakları ile ilgili bilgi eksikliği olduğunu dile getirerek Mersin Kadın Platformu’nun bazı sosyal çalışmalar yürüttüğünü kaydetti.
SORU: Öncelikle seni tanıyarak başlayalım. Bu mücadeleye nasıl katıldın?
C. YÜCE: Benim kadın mücadelesiyle tanışmam Mersin Üniversitesi’ne geldiğim yıllarda oldu. 2008 yılından yani üniversite yıllarından beridir Mersin Kadın Emeği Kollektifi’nde çalışmalar yürütüyorum. Evlerde toplanıp kitaplar okuyorduk, kadın hakları konusunda tartışmalar yürütüp bir deneyim paylaşımı ve farkındalık oluşturmaya çalışıyorduk. Ardından kadınların söylemlerini nasıl görünür hale getirebilir izin peşine düştük. Sonra bir kadın dergisi çıkarmaya başladık.
“HER KADININ EZİLMİŞLİĞİ DE FARKLIDIR”
SORU: Kadının bu tarz sivil toplum kuruluşlarında yer alması ne yazık ki bizim ülkemizde çok kabul gören bir durum değil. Kadınlar bunun bir ihtiyaç olduğunun da bilincinde değil. Bir genç kadın, kadın derneğine gelmesi ile neler kazanabilir? Sizin onlara katkınız ne olur?
C. YÜCE: Feminizm mücadelesi verirken, bu konuları konuşurken ne kadar kadın varsa o kadar feminizm türü vardır deriz. Çünkü tüm kadınların kendilerine özgü bir hikâyesi ve mücadelesi vardır. O yüzden onlara kendi varoluş mücadelenizi verin diyoruz. Bazen bir film izlemeye gelebilirsiniz. Bazen derdinizin anlatmaya gelebilirsiniz. Bu derdiniz ile ilgili bir dayanışmaya ihtiyacınız olursa ne yapacağınızı bilemezseniz, bu konularda tabii ki biz kurtarıcı değiliz ama her kadının kendi kurtuluşunu yaratmasına yardım etmeye çalışıyoruz. Bu kurtuluş mücadelesini birlikte vermeyi birlikte bir şey yapmayı öğrenmek istiyoruz.
“YÜRÜYÜŞÜNE KATILDIM DİYEREK KADIN MÜCADELESİ VERİLEMEZ”
SORU: Bazı kadınlarda ‘ben kadın mücadelesini yürütemem, bu mücadeleye katılmak için belli bir eğitim seviyesinde olmam gerekiyor’ gibi bir algı var. Bu yaklaşım doğru mudur?
C.YÜCE: Biz bu yanlış algının aslında tam tersi olduğunu düşünüyoruz. Örneğin; bizimle birlikte kadınların yapacağı her dayanışma unsuru ve etkinliği kadın mücadelesinin farklı bir boyutudur. Ama bir kadın ben sadece 25 Kasım eylemine gittim, 8 Mart yürüyüşüne katıldım diyerek de kadın mücadelesi veremez. Kadın Emeği Derneğimizde sabahları dikiş nakış kursları organize ediliyor ve giyim atölyeleri kuruluyor. Mesela bu etkinliklerimize katılan kadınlar kendilerini bu şekilde var ediyor ve bu şekilde mücadelelerini yürütüyor. Kadınlardan oluşan ve ismine Günyüzü Korosu dediğimiz bir müzik grubu oluşturduk. Buraya gelen kadınlar kendi mücadelelerini burada sürdürüyor. Bizim kültür sanat alanına yönelmemizin temel sebebi de o alanda da kadınların geri kalmasıdır. Hafta sonları insan hakları eğitimlerimiz var. Pazar günler 25 kadın eğitimlerimize geliyor. Ayda en az iki film gösterimimiz oluyor ve hep birlikte izlediğimiz filmleri çözümlüyor ve tartışıyoruz.
“BİZ ÖNCELİKLE BİR KADIN BİREY OLARAK VAR OLMALIYIZ”
SORU: Karşılaşılan en büyük sorunlardan bir tanesi de kadınların kendileriyle barışık olma meselesi... Bu sorunun çözümü, kadının kendilerini var edebilmesi için neler yapıyorsunuz ve ne öneriyorsunuz?
C. YÜCE: Ben iyi ki bir kadın örgütünde örgütlenmişim diyorum. Bir kadın örgütünde örgütlenmemiş olsaydım çok farklı bir yerde olurdum. Şuan hangi partide, hangi STK’da çalışırsam çalışayım bana bu mücadelenin bir penceresini açmıştır. Biz öncelikle bir kadın birey olarak var olmalıyız. Maalesef sistem bize dogmatik bir düzen dayatıyor. “Bunun yıkılması imkânsız bu düzen yıkılmaz, o yüzden kaderimize razı olalım ve biz bunu yaşayalım” düşünceleri yanlıştır. Biz bunun tersini söylüyoruz. Bu bizim bir kaderimiz değildir. Bu ataerkil sistem 5 bin yıllık bir sistem olabilir ama öncesinde bu sistem yoktu. Gene toplum üzerinde yaratılmıştır. Biz bu düzenin bir gün son ereceğini söylüyoruz. Bize öğretilen toplumsal cinsiyet rollerine inat hayır biz bunun tersini de göstermemiz gerekiyor
Aslında kadınlar birçok şeyi kendi hayatlarında başarabiliyorlar. Ama mesele toplumsal ataerkil sistem üzerine geldiğinde tartışmalar kilitleniyor. Sanki bu sistem değiştirilmez bir sistem gibi, sanki kadınlar erkeksiz var olamaz gibi bir algı yaratılmış. Kadınlar biraz kendisi olamıyor. Aslında çoğu konuda kadınlar kendiyle barışıktır. Kadınlar kendilerinde de o gücü görüyorlar. Yaşamın içinde nereye bakarsanız bakın her yerde kadını görebilirsiniz. Ama biz kadınlar üreten ve var eden kendileri olmalarına karşı bir erkekle bir birey olmak konusunda tıkanıyoruz. Biz kadınlar bir erkek ile var olmak zorunda değil. Son zamanlarda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na kadın sorunları ile ilgili yetki verilmesine karşı çıkmamızın sebebi de buydu. Kadınlar sadece aileden ibaret değildir. Kadınları sadece aile içinde görülmesini istemiyoruz. Çünkü kadınlar toplumda kendi mücadelelerini var edecek bireylerdir.
“SENİN SEVGİLİN NASIL OLUR DİYEREK ŞAŞIRDILAR”
SORU: Evlenmeyi, çocuk yapmayı düşünmeyen kadınlara yönelik eril zihniyet tarafından “kötü kadın” algısı yaratılmaya mı çalışılıyor?
C. YÜCE: Biz yıllardır tamda dediğiniz bu algı ile mücadele ediyoruz. Örneğin bu konu ile ilgili kendimden bir örnek vereyim. Ben turizm bölümünü okudum ve bir otelde çalışmaya başladım. İş arkadaşlarıma feminist olduğumu söylediğimde nasıl yani dediler. Senin sevgilin yok mu diye sordular. Hayır, sevgilim var dedim. Nasıl olur dediler; senin sevgilin nasıl olur diyerek şaşırdılar. Böyle yanlış algılarla karşılaşabiliyoruz. Çünkü toplumdaki erkek algısı tüm kadınları bir kalıba sokmaya çalışıyor. Ama biz artık bu yanlış algılarla uğraşmıyoruz. Çünkü zaten kadın hareketleri bu algıları yıktı. Kadın hareketi bir sürü mücadele vererek, birçok sorunu görünür kılarak bunu başardı.
“ÇÜNKÜ ŞİDDETİ SADECE FİZİKSEL ŞİDDET OLARAK GÖRÜYORLAR”
SORU: ‘Kadın örgütlerinde çalışan veya feminist mücadele yürüten kadınların genellikle erkekler tarafından mağdur edilmiş kadınlardır’ gibi yanlış algılar var, siz ne dersiniz?
C. YÜCE: Bazen çalışmalarda kendisine şiddet uygulanan kadınların bu şiddetin farkında olmadıklarını görüyoruz. 8 Mart çalışmaları yaparken ben şiddet görmedim ki neden yürüyüşe geleyim gibi yaklaşımlarla karşılaşıyoruz. Biz ezilmiyoruz ki her şeyimiz tamam gibi yaklaşımlarla karşılaşıyoruz. Çünkü şiddeti sadece fiziksel şiddet olarak görüyorlar Ama kadın örgütleri olarak bundan gocunmuyoruz. Çünkü bizim bir derdimiz ve mücadelemiz var. Bir kadın bile eziliyorsa bende eziliyorum diyen kadınlarız biz.
“EN BİLİNEN ŞİDDET TÜRÜ FİZİKSEL ŞİDDETTİR”
SORU: Bizim Kadın’a şiddetten ne anlamamız gerekiyor?
C.YÜCE: Kadına yönelik şiddetle ilgili farklı farklı söylemler var. Biz bu söylemleri ayrıca çeşitlendirebiliriz. Bu konuda en bilinen şiddet türü fiziksel şiddettir. Tokat atmak, tekme atmak, bir cisim fırlatmak, işkence yapmak, eve hapsetmek ve sağlık hizmetlerine erişimini engellemek gibi davranışlar fiziksel şiddete girmektedir. Psikolojik şiddet türünde ise; hakaret etmek, bağırmak, korkutmak, çocuklarını uzaklaştırmakla tehdit etmek, giyim tarzına karışmak, kıyaslamak gibi davranışlar göstermek. Birde cinsel şiddet vardır. İstenmediği bir ilişkiye zorlamak bir cinsel şiddet şiddettir. Bu konuda artık biz aile içi tecavüz vardır diyoruz. Bir kadın kocası olduğu için onunla istediği zaman istediği yerde cinsel ilişkiye girmek zorunda değil. Birde ekonomik şiddet var. Genellikle büyükşehirlerdeki eğitimli kadınların maruz kaldığı şiddet şeklidir. Burada kısıtlı para vermek, kadının kendi kazandığı parayı yönetmesine izin vermemek, evin masraflarını karşılamamak, evin diğer gelirlerine el koymak, maddi konulara tek başına karar vermek gibi konular ekonomik şiddete giriyor. Son zamanlarda iyice tartışılan flört şiddeti tanımımız var. Özellikle genç kadınların çokça yaşadığı bir şiddet türüdür. Her arandığında telefona cevap vereceksin, mesajlarını kontrol etmek, sosyal aktivitelerin kısıtlamak, kıskançlık gibi davranışlar flört şiddetine giriyor.
SORU: Türkiye’deki kadına yönelik şiddetin bölge bölge dağılımının tutulduğu istatistikler ne durumda, böyle veriler var mı?
C. YÜCE: Son dört yıldır Türkiye İstatistik Kurumu’ndan kadına yönelik şiddetle ilgili hiç veri yok. Biz TÜİK’in bu verileri bilinçli olarak kamuoyu ile paylaşılmadığını düşünüyoruz. Geçtiğimiz yıl içerisinde Kadın Koalisyonu’nun da içerisinde yer aldığı ülkemizde savaş süreci yükseldikten sonra kadınların toplumsal cinsiyet rolleri ve durumu ile ilgili bir araştırma yaptık. Araştırma kapsamında Türkiye genelinde Bodrum - İzmir, Çukurova, Urfa – Diyarbakır diye üç bölge seçildi. Biz bu bölgelerde BİMER üzerinden hangi kuruma bilgi talebinde bulunduysak hiçbir şey elde edemedik.
“ÖZGECAN’DAN SONRA MERSİN’DE 5 KADIN DAHA ÖLDÜRÜLDÜ”
SORU: Kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin artması bu verilerin gizlenmesine neden oldu diyebilir miyiz?
C. YÜCE: Kadın cinayetleri özellikle 2011 yılından sonra daha çok görünür oldu. Bu cinayet oranları arttı ama beraberinde bu cinayetlere karşı bir farkındalık da oluşmaya başladı. Bu cinayetler eskiden 3’üncü sayfa haberlerinde kullanılırken kadınların mücadelesiyle medyada bir farkındalık yaratılarak bu cinayetlerin detayına inilmeye başlandı. Daha sonra mücadele iyi bir noktada sürdü. Bu noktada Özgecan Aslan’ı anmadan geçmek istemiyorum. Ancak tek başına bir Özgecan Aslan olayı bir münferit olay değildi. Özgecan’dan sonra Mersin’de 5 kadın daha öldürüldü. Ama nedense sadece Özgecan Aslan olayı konuşuldu. Biz tüm kadın cinayetlerinin anı sebeplerden dolayı işlendiğini düşünüyoruz.
SORU: Özgecan Aslan davasında Özgecan Aslan’ın bindiği otobüsün mahkeme heyeti tarafından toplu taşıma alanı olarak sayılmadı. Burada ne düşünüyorsunuz?
C. YÜCE: Bir minibüs kamusal alan olarak sayılmıyorsa neresi kamusal alandır? Biz kendimizi nerede güvende hissedeceğiz. Bütün bunlar aslında yasalardaki açıklıklardan sıkıntılardan kaynaklanıyor.
“KADINLAR KAMUSAL ALANLARI DAHA ÇOK ZORLAMALI”
SORU: Biz bu cinayetlere ve şiddete karşı ne yapmalıyız, bu konuda mağdur kadınlara önerileriniz neler?
C. YÜCE: Bu şiddeti zaten tüm kadınlar yaşıyor. Her olayı da belirleyen başka başka nedenleri oluyor. Bu cinayetlerin bir formülü yok ama kadın hareketi olarak ilk adımda kadınların kendilerini suçlamaması gerektiğini söylüyoruz. Yani bu konuda mağdur olan bir kadının ilk olarak ‘Biz kesin bir şey yapmışızdır’ psikolojisinden çıkması gerekir. Çünkü biz genelde keşke böyle yapmasaydık, mini etek giymeseydik, keşke onun dediğini yapsaydık gibi tepkilerle karşılaşabiliyoruz. Ama bu şekilde bir hayat yok. Kadınlar bunların tam tersine kamusal alanları daha çok zorlaması gerekiyor.
SORU: Son olarak yasal mevzuatla ilgili eklemek istediğiniz bir şey var mı?
C. YÜCE: En son Türkiye'nin imzaladığı uluslararası yükümlüklerden tutunda “6284 No’lu Kadın’a Yönelik Cinayet ve Şiddetle Mücadele Yasası’na” kadar kadınların onlara tanınan yasaları bilmeleri gerekiyor. Aynı zamanda Mersin'de bir kadının başına bir iş geldiğinde nereye başvurabiliriz sorusunun da bilinmesi gerekiyor. Bununla ilgili olarak Mersin Barosu Kadın Dayanışma Merkezi var. Sosyal Hizmetlere bağlı kadın dayanışma merkezleri var. Bu konuda da belediyelere çok büyük görevler düşüyor. Kadın sığınma evinin ve kadın dayanışma merkezlerinin açılmasını istiyoruz. Belediyeler bu işi çok rahatlıkla üstlenebilirler. Ya da kentte mevcut bu kurumları tanıtımını sağlayabilirler.
BİRBİRİMİZLE DAHA ÇOK DAYANIŞMALIYIZ
Kadınlar kendi aralarındaki dayanışmayı örmeli ve kendi savunma biçimlerini oluşturmalılar. Kadınların sesini ilk olarak komşular duyar. Bizim komşularımızla yanı başımızdaki kadınlarla iletişimimizi kurmamız gerekiyor. Maalesef şehirlerde bir kadın çığlığını duyduğumuzda o kadar kayıtsız kalmamamız gerekiyor. Hiçbir kadın yalnız olmamalı.