Emekçi mücadelede kararlı!


 

Mersin O’nu alanlarda onlarca erkeğin arasında en önde basın açıklamalarını okuyan kişi olarak tanıyor: Özge Göncü. Hak arama ve kadının var olma mücadelesinin yılmaz savunucularından biri olan Göncü, siyasi baskıyı, korkuyu yenmek için dayanışma çağrısı yapıyor.

Hediye Eroğlu – M. Nabi Batuk

Emek dünyasına yönelik artan baskı ve hak kayıplarını gazetemize değerlendiren Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) Mersin Şubesi Eşbaşkanı Özge Göncü, dayanışma çağrısı yaptı. Kadınların direnişinin bu mücadelede öncü rol oynadığını ve güçlendirdiğini dile getiren Göncü, “Ayrımcılık, baskı alışık olmadığımız bir durum değil. Biz çoğu kez bu çifte standart ile karşılaşıyoruz. Konuştuğumuzda her şey süt liman görünüyor ama herhalde onları korkutma gücümüzle doğru orantılı olarak işliyor. Ama biz her hafta alanlarda olmaya gayret gösteriyoruz” diyerek, direniş çağrısı yaptı.

SORU: Bir kadın gözünden emek mücadelesini nasıl anlatırsınız?

Ö. GÖNCÜ: 1980 darbesi sonucunda bütün demokratik alanlar kesintiye uğratılmıştı. Bu dönemde KESK’in mücadelesi başlıyor. 15 – 16 Haziran tarihinde büyük bir işçi yürüyüşü yapılıyor ve hemen arkasından KESK kuruluyor. Büyük bir hukuki mücadelenin ardından konfederasyonumuz ve üye sendikalarımız kuruluyor ve bugüne kadar geliyor. 2013 yılında bir barış süreci başlıyor. Bu sürecin olgunlaşmaya başlaması ile birlikte demokratik alanlar genişliyor. Ama aynı yıl 2013 yılında Gezi olaylarını yaşadık. Bundan sonraki 7 Haziran seçimlerinde de tüm demokratik kesimler barış ve huzur istediğini dile getirdi. Ama bu barış süreci çok uzun sürmedi. 1 Kasım seçimleri ile patlayan bombalarla birlikte ablukalar, haksız, sebepsiz tutuklamalar ve TBMM’nin askıya alınması başlangıcını yaşadık. 15 Temmuz 2015 yılında bir darbe girişimi yaşadık ve hemen arkasından 20 Temmuz 2015 tarihinde bu kez de OHAL adı altında bir hükümet darbesi yaşadık. OHAL ilanın ardından kesintisiz bir sürecin içerisine girdik. Bugün ise 3 ayda bir yenilenen OHAL ve KHK’lar ile yönetilen bir ülke konumuna geldik.

 

“DEMOKRATİK ALANYOK EDİLDİ”

SORU: Bu sürecin emek dünyası üzerine yansıması ne oldu?

Ö. GÖNCÜ: Demokratik alanın yok olması ile karşılaştık. Bütün muhalif kesimleri, kadınları, çocukları, yaşlıları negatif etkileyen bir sürece girdik. En ufakta olsa bir düşünce özgürlüğünün ve yaşam güvencesinin kalmadığı bir alana doğru da gidiyoruz. Biz KESK olarak bu süreçte çok kötü şeyler yaşadık.

TBMM askıya alındıktan sonra 28 adet KHK yayınlandı ve tüm alanlar bu şekilde yönetilmeye çalışılıyor. Mecliste halkın iradesini yansıtan en büyük partilerden birinin dışarıda bırakılması ile birlikte parti başkanları ve milletvekilleri tutuklandı. Bazı vekillerin milletvekillikleri düşürüldü. Daha sonra belediyelere kayyumlar atandı. Halkın iradesinin ciddi bir kısmı dışarı atıldı. Yüz binin üzerinde kamu emekçisi işlerinden ihraç edildi. Halen daha ihraç edilen bu insanlar hiçbir hukuki yola başvuramıyorlar. Bir sürü yayın organı, dernekler, vakıflar kapatıldı. Keyfi gözaltılar yaşandı, gözaltı süreleri 30 güne çıkarıldı gibi  birçok hukuksuzluklar yaşandı yaşanmaya da devam ediyor.

 

“BİZ ZATEN FETÖ İLE MÜCADELE EDİYORDUK”

İşlerinden atılan yüz binlerce kamu emekçisi içindeki sadece 4 bin 237’si KESK üyesi. Bu insanlar bir gece yayımlanan KHK ile ihraç edildiler. Hukuk yolları tamamen kapatıldı. AİHM’e hiçbir şekilde başvuru yapamıyorlar. Çünkü mağdur edilen insanların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru yapmasını engellemek için OHAL Komisyonu devreye sokuldu. Bu komisyon hiçbir şekilde çalışmıyor. Ama iç mahkeme yollarını tüketmeden AİHM’e başvuramıyorsunuz. OHAL Komisyonu kuruluşunu deklare ettikten sonra bizim AİHM yolumuz kapanmış oldu. Biz komisyondan yapılacak işlemlerin hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesini bekledik. Ancak 2 ay sonra 17 Temmuz 2017 tarihinde bir yönetmelik yayınlandı ve çalışma esasları belirlenmiş oldu. Ama son bir ayda dosyaların yeni yeni incelendiğine dair bilgiler alıyoruz. Komisyon kurulalı bugün neredeyse 1 yıl oldu ancak henüz hiçbir karar açıklamadı. Ancak bu insanların işlerine geri iade edilmemesi demek onları sosyal bir açlığa mahkûm olması demektir. 

Yüz binlerce insan neden ihraç edildiklerini bilmiyorlar. Tüm kamu emekçileri darbe teşebbüsüne katıldıkları gerekçesi ile suçlanıyorlar ama biz biliyoruz ki AKP Hükümeti’nden önce de ihraç edilen arkadaşlarımızla birlikte FETÖ ile mücadele ediyorduk. Biz sık sık bu gurubun yapabileceği tehlikeler anlamında uyarılar yapıyorduk. Dolayısı ile bu örgüt ile ilişki imkânı olmayan 4 bin üzerindeki üyemizi sosyal olarak öldürüyorlar. Bu şekilde üyelerimiz iş bulamıyorlar. Burada üyelerimiz üzerine atılan suçlamaların ne olduğunu kanıtını dahi sunamıyorlar. İnsanları tamda bir yalnızlaştırma politikaları ile karşı karşıya bırakılıyorlar. Biz bu ihraç edilen arkadaşlarımız için elimizden geldiğince maddi destek sağlamaya çalışıyoruz. Biz KESK olarak bir üyemizin bile ihraç edilerek sosyal ölüme terk edilmesine izin vermeyeceğiz. Onun için arkadaşlarımız için ilk olarak bir maddi destek fonu oluşturduk.  Arkadaşlarımızın tüm hukuki süreçlerini, OHAL komisyonlarına başvurularını takip ediyoruz. Kamuoyu alanımız ne kadar daraltıldıysa da biz her hafta sokaklardayız. Arkadaşlarımızın bireysel eylemlerine de sonuna kadar destek vermeye çalışıyoruz.

 

“ONLARI KORKUTUYORUZ”

SORU: Yaptığınız çoğu basın açıklamasına güvenlik gerekçe gösterilerek izin verilmiyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ö. GÖNCÜ: Bu durum aslında bizim için hiç alışmadığımız bir durum değil. Biz çoğu kez bu çifte standart ile karşılaşıyoruz. Konuştuğumuzda her şey süt liman görünüyor ama herhalde onları korkutma gücümüzle doğru orantılı olarak işliyor. Ama biz her hafta alanlarda olmaya gayret gösteriyoruz. Bu konuda vurgulamak istediğim bir konu daha var, o da; Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’dır. İşe iade edilmek gibi çok basit şeyler istiyorlar ve onların mücadelesine çok çeşitli kurumlardan destek artıyor. Zaten Nuriye’nin tahliyesi de bu mücadele sayesinde oldu.

 

“OHAL SON BULMALI”

SORU: Peki, bu komisyonun hızlı kararlar almaması nelere yol açıyor?

Ö. GÖNCÜ: Bir karar açıklansa biz önümüzdeki sürecide görebileceğiz. Üyelerimiz işlerine geri iade edilecek mi yoksa edilmeyecek mi bunu bileceğiz. Hak arama yollarımız kaldı mı? Bunları görebileceğiz. Bunun için neler yapmalıyız sorusu ile bizde bir yol haritası çizebileceğiz. Bu biraz süründürmeli bir süreç ve bunun bir an önce tamamlanmasını talep ediyoruz. Birde bu OHAL sürecine karşı Türkiye’nin 4 büyük demokratik kitle örgütü olan DİSK, KESK, TTB ve TMMOB bir ortak kampanya başlattı. OHAL’in artık sonlanması ile birlikte tekrar eski demokratik düzene dönülmesi için düzenlenen bir kampanya olacak. OHAL sonlana dek bu kampanyamız sürecek. Biz demokratik bir Türkiye istiyoruz.

 

“ALANLARDAYIZ”

SORU: İşten çıkarılan insanlar farklı şekillerde direniş gösteriyorlar. Örneğin mesleklerinden ihraç edilen akademisyenler Kültürhane bunun en güzel örneklerinden biridir. İşlerini kaybeden insanlar neler yapıyor?

Ö. GÖNCÜ: Ankara’da Yüksel Caddesi’nde işten atılan kamu emekçileri oturma eylemleri yaparak direnişlerini sürdürüyorlar. KESK’in her hafta sürdürdüğü eylemlere devam ediyor. Onun dışında çeşitli bölgelerde insanlar direnişlerini sürdürüyorlar. Hemen ardından Akademi Biat Etmez eylemleri başladı. 11 Ocak 2016 tarihinde 1128 akademisyen bu savaş alanının sona ermesi talebiyle suça ortak olmayacağız diye bir bildiri yayımladı. Bunun arkasında bu akademisyenlerden binlercesi ihraç edildi. Bunun üzerine dayanışma akademileri kuruldu. Akademisyenlerimiz üniversiteleri sokağa taşıyarak derslerini buralarda verdiler. Kültürhane’de Mersin’den en güzel örneklerden biri oldu. CHP’nin Adalet yürüyüşü ve nöbeti eylemleri yapıldı. CHP Genel Başkanı Ankara’dan İstanbul’a yürüdü. Bu eylemlerde kişisel bir birliktelik sağalandı. Özellikle İstanbul’daki final mitingi herkes için umut vadeden bir olguydu. Hemen arkasından HDP’nin vicdan ve adalet nöbeti eylemleri geldi. Bu eylemlerde sert müdahaleler oldu ancak direniş devam etti. Onun dışında Cumhuriyet Gazetesi öncülüğünde olmak üzere birçok basın kurumuna davalar açıldı. Sonuç olarak bu kampanyaların ve bu direnişin “Gazetecilik suç değildir” şiarı bile çok üzücüydü.

Son süreçte sesimizi duyurabildiğimiz tüm medya kurumlarını tıkamaya çalıştıklarını görüyoruz. Ana akım medya ile çok fazla konuştuğumuz konu kalmadı. Dolayısı ile insanların sürekli manipüle edildiği tek sesli şeyler dinlemek zorunda kaldığımız bir alana sürüklendik. Ama bu durumu sosyal medyayı kullanarak yerellerdeki direnişleri güçlendirmeye çalışarak yinede bu yola devam etmeye çalışıyoruz.

 

“DİRENİŞTE KADIN EYLEMLERİ ÖNCÜ BİR ROL ALIYOR”

SORU: Siz bir araya gelmeye çalışıyorsunuz ama bu süreçte mağdur edilmiş tüm insanların bir araya getirilmesi için ne yapılmalı?

Ö. GÖNCÜ: OHAL ile aslında bir korku alanı yaratılmaya çalışılıyor. İlk KHK’lar açıklandıktan sonra ‘KESK ile olursanız ihraç edilirsiniz’ gibi bir hava yaratıldı. Sonra biz döndük istatistikleri incelediğimizde yüz binlerin üzerinde ihraç var bunlardan yaklaşık olarak 4 bini KESK’li olduğunu ortaya çıkardık. Ancak kamuoyunda sadece KESK’liler ihraç ediliyormuş gibi bir hava yarattılar. Bu süreçte herhangi bir sendikaya üye alan kamu emekçilerine kendi sendikaları bile sahip çıkmadı. Biz ise onların arkasında duruyoruz karşılaştığımız her konuyu gündemleştirip çözmeye çalışıyoruz. Bizim aramızdaki dayanışmanın büyümesi yaratılmaya çalışılan o korku dağını yavaş yavaş aştı. Aslında bu noktada ben kişisel olarak kadın eylemlerinin öncü bir rol aldığını düşünüyorum.

 

“TEK KİŞİYE AİT DEVASA SERVETLER BÜYÜYOR”

SORU: Taşeron düzenlemesi gündemdeki yerini koruyor. Bu düzenlemeyi siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ö. GÖNCÜ: Biz zaten OHAL’in emek düşmanı olduğunu düşünüyorduk. Bakanlıkların ‘ekonomi büyüyor’ açıklamalarının altındaki en büyük katkıyı biz emekçiler veriyoruz. Ama bizim küçümsenen, hor görülen emeklerimiz üzerine kurulu tek kişiye ait devasa servetler sistemi görüyoruz. Bizim emek kutsaldır dememizin sebebi budur. Bizim emeklerimizi birleştirirsek hatta geri çekme hakkımızı kullanırsak bizim bu sistemi değiştirir dememizin sebebi de budur. Ama bu yıl imzalanan TİS süreçlerine baktığımızda KESK heyeti toplantıya alınmadı. KESK’in olmadığı toplantıda yetkili sendikanın önerdiği miktarın yarısı kadar bir zam çıktı. Arkasından asgari ücret belirleme görüşmeleri başlandı. DİSK’in her ay raporlaştırdığı asgari geçim araştırması var. 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 1608 lira, yoksulluk sınırı ise 5338 lira olarak belirlendi. Arada öyle bir uçurum var ki aslında işçiler bir nevi yoksulluğa mahkûm edildi.

Bunların arkasında birde taşeron düzenlemesi çıktı. KESK olarak birlikte yürüdüğümüz DİSK ile beraber bu düzenlemeye karşı çıktık. Yasayı incelediğimizde aslında çok avantajlı ve hak tanır gibi duruyor ama alt metni okuduğumuzda bizim taşerona karşı verdiğimiz mücadeleden vazgeçin gelin bana tabi olun diyor. Üzerine ben sizi bir de mülakatla alayım diyor. Benden kadro alabilmen için iş ile ilgili tüm davalardan vazgeçmen gerekir diyor. Dolayısıyla emekçi dostu olmayan bu uygulamanın bize ne kadar iyi geleceği konusunda endişelerimizin olduğunu belirtmek istiyoruz.  

Emekçiler ile sermayedarlar arasındaki kazanç uçurumu her geçen gün daha da artıyor. Ancak gazeteleri açtığımızda özellikle ana akım medyadaki haberlerde Avrupa bizi kıskanıyor, ekonomi şu kadar büyüdü başlıklarını kendi maaşım üzerinde değerlendirdiğimde her geçen yıl biraz daha az getirebiliyorum. Kamu emekçileri ülkemizde orta sınıfı oluşturuyorlar. Bir kamu emekçisi olarak bizim cüzdanımıza bu büyümeler yansımıyor. Yaşam kalitemiz her geçen gün azalıyor. Dolayısıyla biz artık bu haberleri yemiyoruz.

 

“KORKUYU YENMELİYİZ”

SORU: Gördüğümüz bu durumları diğer insanlara daha kitlesel olarak nasıl anlatıyorsunuz?

Ö. GÖNCÜ: Ekonomik temelli talepler her zaman geniş yankı buluyor. Ama bu korku alanını aşmadan ne ekonomik temelli, ne de başka temelli bir alan yaratabileceğimizi düşünmüyorum. Başlattığımız bu mücadeleler, korkudan oluşturulmuş bu sis çemberini dağıtmaya devam ediyor. Ama Gezi’de nasıl bir anda olduysa insanlar çeşitli sıçramaları nasıl bir anda yaşadıysa Türkiye’de bu korku çemberi bir gün dağılacaktır.

 

“KADINLAR; SİYASETTE, DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİNDE DAHA ÇOK YER ALMALI”

SORU: KESK olarak sokağın ortasında bir basın açıklaması yaparken birçok erkeğin arasında duran bir kadın olarak ne hissediyorsunuz?

Ö. GÖNCÜ: Politika ve hak mücadelesinde kadınların ön planda olmasına alışık olmayan bazı kadınlar dahi var. Bu sorunun çözümünün biz kadınlar için çok zor olduğunu biliyoruz. Çok eril bir alanda zor bir mücadele veriyoruz. Hem alışılmadık olduğu için hem de kadın kadına olan iletişimin daha güçlü olacağını düşündüğümüz için alanlardayız. O sebepten kadınların siyasette, demokratik kitle örgütlerinde yer alması hem bu eril dilin yok edilmesi hemde daha fazla insana ulaşılması için çok önemlidir. Dünyada bu alanda yeni mücadele blokları var. Aslında Gezi’de biz bunları okuduk. Gezi’den beridir güçlenen bir LGBTİ hareketi var. Daha öncede sesi az duyulan ve birbirine yakın renklerden oluşan bir muhalefet alanı varken, şimdi bambaşka çevre, kadın, LGBTİ bir sürü alandan mücadelenin birleştiği ezilenlerin cephesi gibi bir şeylerden bahsediyoruz. Bu durum çok renkli ve birlikte mücadele edilebilir bir cephe haline geliyor. Bu durum da bu hareketin güzelliğidir.

 

“SENDİKAL FAALİYETLERDE ERKEKLER VE KADINLAR ARASINDA CAMDAN DUVAR DİYEBİLECEĞİMİZ MEKANİZMALAR VAR”

SORU: Sendikalardaki kadın örgütleri ile ilgili son durum nedir?

Ö. GÖNCÜ: En önce siyasi alan hala çok eril bir alandır. Bu yüzden buradaki haklı mücadelemiz hala devam ediyor. Birde en acı tarafı bu çok olağanmış gibi karşılanıyor. Kadın hareketi hala eşit bir siyaset sistemi yaratma aşamasında. KESK bu mücadelede diğerlerine göre önemli yollar kat etti. KESK’in bir kadın meclisi var, kadın sekreterlikleri var. SES’te ve KESK genel merkezinde eş başkanlık sistemi var. Sendikal faaliyetlerde erkekler ve kadınlar arasında camdan duvar diyebileceğimiz mekanizmalar var. Aslında çıkmanıza hiçbir engel yokmuş gibi görünür ama hiçbir yere gidemezsiniz. Bu cam tavanları kırmak için çeşitli mekanizmalar oluşturuldu. Kotalar var örneğin. Dolayısıyla KESK’te kadın sesi daha yüksek çıkıyor. Kadınların kendi kararlarını aldıkları mekanizmalar var. Dolayısıyla KESK’te güçlenen kadınlar var. Kadınlar güçlü oldukları için o yola çıkabiliyorlar. Bu çok önemli. Son dönemdeki kadın hareketi kampanyalarla ve şiarlarla birlikte örgütlenip ilerleyen bir seyre sahip. Onun dışında öz örgütlenmelerini oluşturuyorlar. Son dönemde şiddete ve cinsel şiddete karşı özellikle öz savunma haklarını kullanmaya başladı. Bilincin belirli bir seviyeye gelmesi artık her koldan mücadeleyi ve isyanı büyütüyor. Onun için hukuk sisteminin değişmesi için mücadelemizi sürdürüyoruz.


   

Yorum Ekle comment Yorumlar (0)

Yapılan yorumlarda IP Bilgileriniz kayıt altına alınmaktadır..!


  HABERCİ GAZETESİ
 

  HABER ARAMA
 
  

  HABERCİ SPOR
 


  BİK İLANLAR
 




  SOSYAL MEDYA
 

  NÖBETÇİ ECZANELER
 
 

 




sanalbasin.com üyesidir

 
         
ANASAYFA HABER ARŞİVİ KÜNYE İLETİŞİM GİZLİLİK İLKELERİ

 
Siteden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz.
mersinhaberci.com © Copyright 2016-2024 Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz.

URA MEDYA