İş cinayetlerinde hayatını kaybeden işçilerin sayısının bile tespit edilemediğini dile getiren TMMOB İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Atar, “İş cinayetleri normalleştirilerek yaşam ve çalışma hakkı gasp ediliyor” dedi.
SONER AYDIN
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Mersin İl Koordinasyon Kurulu, 3 Mart’ta yaşanan maden faciasının ardından ilan edilen İş Cinayetlerine Karşı Mücadele Günü dolayısıyla iş cinayetlerine dikkat çekmek için açıklama yaptı. İl Koordinasyon Kurulu adına açıklama yapan Seyfettin Atar, emekçilerin canının hiçe sayıldığını dile getirdi.
“2018 YILINDA EN AZ 1923 İŞÇİ HAYATINI KAYBETTİ”
İş cinayetlerinin ve meslek hastalıklarının önlenmesi için yapılan çalışmalara kaynak ayrılmadığını kaydeden Atar, “Yasalar ile koruma altına alındığı söylenen işçi sağlığı ve iş güvenliği her geçen gün kötüye gidiyor. Ülkemiz toplu iş cinayetlerinde, işçi ölümlerinde dünyada ilk sıralarda geliyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliği meclisinin yayınlandığı rakamlara göre; 2018 yılında en az 1923 kişi işyeri kaynaklı nedenlerle hayatını kaybetmiştir. 2002 yılından 2019 yılının başına kadar iş cinayetlerinde hayatını kaybeden emekçilerin sayısının 22 bini aştığı üzüntüyle görüyoruz. SGK tarafından açıklanan rakamlara bakıldığında; 2017 4A kapsamında çalışanların geçirdiği iş kazası sayısının 359 bin 653, 4B kapsamında çalışanların geçirdiği iş kazası sayısının ise 213 olduğu görülmektedir. Bu kazalar sonucunda 4A kapsamında çalışan 1.633, 4B kapsamında ise 3 kişi olmak üzere toplam 1.636 kişi hayatını kaybetmiştir. SGK 2016 yılı istatistiklerine göre 286 bin 68 iş kazasında 1.405 işçi hayatını kaybetti. Açıklamaya göre, 2017 yılında bir önceki yıla göre iş kazası sayısı yüzde 25 oranında, iş kazaları sonucu ölüm yüzde 16 oranında artmış, 2018 verileri ise henüz açıklanmamıştır” diye konuştu.
“BU GÜNE KADAR YAPILAN DÜZENLEMELER PROBLEMLİDİR”
Her yıl 2 bine yakın işçinin hayatını kaybediyor olmasının ülkedeki işyerlerinin güvensiz ve ilgili mevzuatın yetersizliğini gösterdiğini kaydeden Atar, “6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve kanun çerçevesinde bu güne kadar yapılan düzenlemeler problemlidir. Bununla birlikte, 4857 Sayılı İş Kanunu’nda yer alan ‘telafi çalışması’, ‘denkleştirme, ‘çağrı üzerine çalışma’, ‘kısmi süreli çalışma’ başta olmak üzere kuralsız çalışma koşulları olduğu sürece işçi sağlığı ve iş güvenliği alanındaki düzenlemeler bir anlam ifade etmemektedir. Bunun yanında, ülkemizdeki işçi sağlığı ve güvenliği uygulamaları, basit bir hizmet alımına dönüştürülmek istenmektedir. Bir danışmanlık hizmeti olan işçi sağlığı ve iş güvenliği uygulamalarında sorumluluk bütünüyle işverene aitken, ülkemizde işveren tüm sorumluluklardan kaçmaktır. Bu kaçış için ise, danışmanlık hizmeti aldığı iş güvenliği uzmanını sorumlu tutmaktadır. İşverenin önleyici, engelleyici çalışmaları yapmadığı, kaza yaşanan durumlarda fatura meslektaşlarımıza kesilmekte, yargı önüne iş güvenliği uzmanları çıkarılmaktadır. İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda iyileştirici adımlar atılabilmesi için öncelikle işverenlerin sorumluluktan kaçmasının önünde geçilmektedir. İşverenlerin temel sorumluluklarından kaçtıkları, kendi yerlerine birer günah keçisi olarak iş güvenliği uzmanlarını koydukları bir çalışma yaşamında, önleyici ve engelleyici hiçbir çalışmanın yapılmayacağı açıktır. Ülkemizde iş cinayetlerinin, iş kazalarının ve meslek hastalıklarının bu denli yaygın olmasının bir diğer nedeni de, emekçilerin sendikal haklarının baskı altında tutulmasıdır. Sendikal örgütlenmenin önündeki engeller tüm çalışanlar için kaldırılmadıkça işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda yol almak mümkün olmayacaktır. Sendikasız uzman, sendikasız işçi, örgütsüz bir çalışma yaşamı ile emekçiler tüm olumsuzluklara karşı açık ve savunmasızdır. Uygulama konan özel istihdam büroları ile emekçiler kiralık işçi haline dönüştürülmüş, zorunlu bireysel emeklilik sistemi kesintileri ile de emekçilerin sosyal hakları daha geriye çekilmiştir. Güvencesizliğin neden olduğu esnek çalışma, işsiz kalma korkusu, işçilerin sadece fiziksel sağlığını değil, ruhsal sağlığını da olumsuz etkilemektedir. İşsiz kalma korkusu, ücretlerde korkusu, ücretlerde düşüş, koşulların giderek kötüleşmesi tüm emekçilerin ortak sorunudur” dedi.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği alnına ilişkin düzenlemelerin ve denetimin yalnızca Aile, Çalışma Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından yürütülmesi, doğru kararların alınmasının önünde bir engel olduğunun altını çizen Atar şunları söyledi: “Bu nedenle düzenleme ve denetleme Aile, Çalışma Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın yanında, Sağlık Bakanlığı, üniversiteler, sendikalar, TTB ve TMMOB’dan oluşan idari ve mali yönden bağımsız bir enstitü tarafından yerine getirilmelidir. Çalışma yaşamına ilişkin tüm düzenlemeler bu enstitü tarafından yeniden ele alınmalı ve kararlaştırılmalıdır. Bizler, her 3 Mart’ta olduğu gibi bu gün de iş cinayetleri ile mücadele etmek için sesimizi yükseltiyoruz. Ölüm, yaralanma ve sakat kalma, esnek ve güvencesiz çalışma hiçbir emekçinin kaderi değildir. İnsan onuruna yakışır, güvenli ve güvenceli çalışma hakkımız için sesimizi yükseltiyoruz. Tüm ülkede, tüm çalışma alanlarında işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin arttırılması, bağımsız denetim sisteminin yarleştirilmesi, iş cinayetleri ve iş kazalarının durdurulması için yılmadan mücadele edeceğimizi duyuruyoruz.”