HEDİYE EROĞLU-AYŞENUR ÖNAL
Mercan TV’de yayınlanan Arka Plan Programı’na konuk olan DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası Mersin Şube Başkanı Kemal Göksoy, işçinin emeğinin siyasete kurban gittiğine dikkat çekti. Adamcılık ve yandaşçılık üzerine açıklamalar yapan Göksoy, siyaset yapan kişilere seslenerek “Çalışana, üretene dokunmayın. Dokunmazsanız emeğin hakkını verirsiniz. O zaman emekçi dediğiniz yerde eyleminiz ve pratiğiniz örtüşür. Biz de çıkıp burada kimseye eleştirmeyiz, öve öve anlatırız” dedi.
“ÖNEMLİ OLAN MUHALEFETİN MUHALEFETLİĞİ DOĞRU YAPMASIDIR”
SORU: Bu ülkede işçinin en büyük sorunu nedir?
KEMAL GÖKSOY: Zaten sayın cumhurbaşkanının başbakanlık döneminde bu sorunlarla ilgili konuşuldu kendisi diyordu ki “bu ülkenin en büyük sorunu muhalefet sorunu” bunu iktidar söylüyor. Simdi muhalefet görevini doğru yapamasa, toplumun istek ve taleplerine karşı doğru tavır sergilemese, tabi ki iktidar kim olursa olsun çıkar aynı şeyi söyleyebilir. Önemli olan muhalefetin muhalefetliği doğru yapmasıdır, sendikaların sendikacılığı doğru yapmasıdır, dernekçilerin dernekçiliğini doğru yapması gerekir, gazeteciliğin gazeteciliği doğru yapması gerekir. Herkes işini doğru yaparsa bu doğru olur. Diyelim ki biz sendikayız ve burada alternatif sendikayız, biz işçi sınıfın umuduyuz ve bunun içinde sunu diyoruz, şu sendika bunu yapmazken biz alanlardayız, şu sendika bu hakkı aramazken biz arıyoruz, önceden görüyoruz. Biz alanlara çıkmasak bu yasaların çıkacağını biliyoruz. Diğerlerini de çıkmaya zorluyoruz. Bir şey yapıyoruz. Siyası açıdan da böyledir. Bir şey yapacaksan, o olmasa ben olmam demek olmaz. Başka alternatif üretsin daha iyi alternatifler sunsun, çözüm üreteceksin. Şimdi siyasi partiler geliyor, gidiyor konuşuyor, bizde bugün sendikalarımız ziyaret ettik. Ekonomi masasıyla ilgili bir açılımları var. Geziyorlar dolaşıyorlar bu güzel bir davranış, olumlu bir tavır. Ama orda şu önemli yani bizim isteme talebimiz, işçilerden bahsediyoruz ama aynı zaman da toplumun isteme talebi de önemli. Örneğin şu söylem; biz asgari ücretten vergi aldırmayacağız. Bu ne demektir? Sizi hala asgari ücrete mahkum edeceğiz. Bu bizim açımızdan bir çözüm değil.
“ENFLASYON BU KADAR UÇMUŞKEN SİZ ASGARİ ÜCRETİ 10 BİN YAPSANIZ NE OLUR?”
Şimdi dört şey var; 1 açlık sınırı 2 yoksulluk sınırı 3 asgari ücret 4 geçimi sağlayabileceğin insanca bir ücret. Şimdi bizim bura da çelişkilerimiz var. Asgari ücret maalesef açlık sınırının altında, yoksulluk sınırı TÜİK’in kendi belirlediği 8 bin 500 lira. 4 nüfuslu bir aile yoksuldur. Bunun içerisinde tiyatrosu yok, sineması yok. Piyasa araştırmasına göre zaruri ihtiyaçlarını karşılayan bir para 4 nüfuslu bir aile için. Peki, biz neyi belirliyoruz? 2 bin 324 lira asgari ücret bu bir çelişkidir. Açlık sınırı ise 2 bin 400 ün üzerinde. Bunlar birbirleri ile çelişki, mesele muhalefete olan partilere geldiği zaman, bunun ölçeğinde bunun paralelin de bir çözüm sunmamalı. Biz asgari ücreti reddediyoruz. Bizim talebimiz insanca yaşanır bir ücret olmalı. Derdimiz bu insanca yaşayabilmek. Asgari ücretin miktarı da bizi şu açıdan ilgilendirmiyor. Çünkü enflasyon bu kadar uçmuşken siz asgari ücreti 10 bin yapsanız ne olur yapmasanız ne olur? Mesele 10 bin lira 15 bin lira değil mesele bu ülke de ülke ekonomisi içerisinde ülkece insanca yaşanabilir bir ücretin olması. Hatta insanca yaşanılabilir bir çalışma ortamının olması. Asıl mesele bu, o yüzden asgari ücretin adı şuan da 2 bin 324 lira, yarın 10 bin lira olsa da bir şey değişmeyecek. Eğer enflasyonun altında eziliyorsanız, enflasyonun altında kalıyorsa bunun bir kıymeti yok.
“İKTİDAR NE YAPTI?”
İktidar ne yaptı? 2017 yılında belediye geçişlerde, kamu kurumlarında dedi ki; “iki yıl boyunca 2020’nin Haziran ayına kadar yılda 4 artı 4 zam vereceksiniz asgari ücretin üzerine böyle götüreceksiniz işi.” Peki bunu böyle yaptı güzel, gıdaya ne kadar zam geldi ortalama? Elektriğe, doğalgaza, akaryakıta? 4 katı yüzde 40’ın üzerinde reel rakam olan bu. Peki, bu haksızlık mı? Haksızlık. Bu nasıl bir haksızlık? Bir kere kendinle çelişiyorsun. Yani bir çerçeve çiziyorsun o çerçeve de işçiyi yüzde 4 de mahkum ediyorsun, üzerine yüzde 40 zam yapıyorsun. Şimdi bu gerçekçi olmadı gibi işçinin, emekçinin bakmakla yükümlü olduğu yasalar olmak üzere, bunların nezdinde bir karşılığı olmaz çünkü geçinemiyor. Sen istediğin kadar Ülke uçtu de, istediğin kadar Ülke refaha erişti de. Ekonomi bakanı ne yaptı istifa etti. İstifa ettiğinde ne diyor,” ben sağlık sorunlarından dolayı bıraktım” diyor tamam da şuana kadar coluğumuzun çocuğumuzun geleceği ne olacak? İstifa edip kurtuldu geçti. Peki sana kadar yapmış olduğunu ekonomik politikalarla bizim cocuklarımızın geleceğini karartınız o ne olacak? Bedeller ödedik, halen ödüyoruz, daha ne kadar ödeyeceğimiz belli değil. Her doğan çocuk annesinden borçlu doğuyor? Bunun sorumlusu kim? Bunun sebebi işçi değil emekçi değil, gazeteci değil. Kim? Bu ülkeyi yönetenler. Şimdi biz hem bu şekilde kötü yöneteceksiniz, hem canınızın istediği gibi çekip gideceksiniz. Bunlar böyle oluğu gibi muhalefette de sıkıntı var. Muhalefet de bizim gördüğümüz kadar yapıyor.
“BİZİM ÜLKEMİZİN KAYNAKLARI, İSTİHDAM ALANLARI BİZE YETER”
SORU: Ülkede genel bir ekonomi dediğimiz de, artık üretim ve emek konuşulmuyor Sermaye konuşuluyor. Bu dil değişmedikçe bu taleplerinde gündeme gelmesi, çözümlerin değişmesi pek mümkün olmayacak gibi siz nasıl görüyorsunuz?
K. GÖKSOY: Hem bu dilin değişmesi gerek hem de biz her yerde bunu çok net söylüyoruz; bizim ülkemizin kaynakları, istihdam alanları bize yeter. Neye göre söylüyoruz? Tarım arazileri belli, üç tarafı denizlerle çevrili limanlarımız belli, sanayi kentiyiz sanayimiz belli, ticaret kentiyiz ticaretimiz belli, maden ocaklarımız belli yani yeraltı yerüstü zenginliklerin hepsi beli. Bunlar doğru işletilirse, bunlar doğru yönetilirse, bu ülkenin nüfusu kadar üç ülkeye yetecek kadar istihdam alanları var. Burada yeter ki işçiden emekçiden, ezilenden yoksuldan, çiftçiden yana bir tavır sergilensin. Sadece sermayeden yana sergilenen tavır sermayeyi besler. Kopenhag kriterleri döneminde Avrupa birliğine almıyorlar seni kriterlerinde 2-3 tane madde vardı. Maddelerden birisi, adil dağılımın olmaması, gelir adaletsizliği, insan haklarının işletilmemesi gibi maddeler var. Türkiye’nin o zaman 70 milyon küsür nüfusu var. Bu nüfusa sahip bir ülkeye diyor ki,” sizin ülkenizden 70 milyon insan 30 milyon insana hizmet ediyor. Burada bir gelir dağılımında büyük bir adaletsizlik var.
“HÜKÜMETİN SERMAYEDEN YANA TAVRI YURTTAŞIN ZORUNA GİDİYOR”
SORU: Örnek olarak şişe cam, 2019 yılını karla kapattığını, 2020’nin ilk altı ayını karla kapattığını açıklıyor. Ama geçtiğimiz aylarda toplu iş sözleşmesi yapılmak istendiğinde masaya oturmuyor, kaçıyor masadan. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
K. GÖKSOY: Şişecam da, Ak Gübre de, Soda Sanayi de bunlar toplu çalışan firmalardır. Bu su toplu çalışmalar onların karına kar katıyor. Yani orada kaç bin stoku varsa o kadar dolar var demek. Kaybetme şansı yok her zaman kazanır. Ama işçilerin emeği sömürmeye geldiğinde, işçilerin hakkına geldiğinde hemen yan çizebiliyor. Geçtiğimiz günlerde soda sanayisinin işçileri direniş oldu. Ama kazandılar. Kazanmamaları için bir sebep yoktu. Yani işverenin derdi torba yasaları çıkacaktı ya beklenti oydu aslında. Asıl hedefi işte soda sanayisinde 90 işçinin işte çıkarılmasına dönük, esnek çalışma kuralları hayata geçseydi, belirli süreli iş hayatta geçseydi, bu kuralsız, güvencesiz çalışma zırhının arkasına sığınarak, işçi çıkaracaktı. Ne oldu? Esnek çalışma sistemine vardiya sistemi kalkacaktı soda sanayisinde 90 işçi atılacaktı, 90 kişi atıldığında ayrı bir kar edecekti. O insan orda yıllarca emek vermiş güç vermiş, onun kalkınmasında, fabrikanın gelişmesinde hatta uluslararası fabrikalar düzeyine çıkmasında, o işçilerin emeği, alın teri, dişiyle tırnağıyla çalıştığı emek terini görmüyor. İşte sermayenin bu konu da hiç insafı, vicdanı yok. Ama iktidarın, hükümetin böyle bir vicdansızlığa destek sunması, ayrı bir vicdansızlıktır. Neden söylüyorum bunu? Şimdi iktidarın hükümetin sermayeden yana tavrıyla, o vicdansızlığı yapması yurttaşın zoruna gidiyor. İktidarın yaptığı bariz anlaşamıyorsun. İşçinin silahı grevdir. Grevi yasaklıyor. O yetmiyor çıkıp kamuoyuyla paylaşacak, oda yasaklanıyor. Bunların hepsi çelişki oysa iktidarın asıl görevi nedir? Asıl görevi toplumun sorunlarına, istek ve talebine cevap bulmasıdır. Çünkü orda bir makam işgal ediyorsun. “Ne için işgal ediyorsun?” diyorsun, biz bu ülkeyi yönetmeye talibiz bu ülkeyi yöneteceğiz. Bu Ülkeyi yönetirken, işçisinden çiftçisine, Kürtünden Türküne, Alevlisinden Sunnisine, gazetecisinden sporcusuna, medya mensubundan müzisyenine… Herkesin sorununu bilmek, dinlemek çözmek zorundasın.
“ÇÖZÜM MAKAMINDA OTURANLAR SORUN ÜRETEMEZLER”
Çözüm makamında oturanlar sorun üretemezler. Çözüm makamında oturup sorun üretenler, yaratanlar uzun süreli yönetici olamazlar, iktidarda kalamazlar. Toplumun sermayenin tabi ki sorunlarına kulak kabartıp, ihtiyaçlarına cevap olurken, işçileri, çiftçileri, emekçileri, ezileni, yoksulu, kadını, genci vb. ne kadar ezdiklerini, ne kadar tepki yarattığını farkında olmuyorlar. Türkiye’de doğan tepki aslında bu. Biz çözüm makamına getirdiğimiz genel iktidardan, yerel iktidara diyoruz ki siz çözüm makamındasınız, çözüm makamlarında oturduğunuz sürece, toplumun, halkın sorununa kulak kabartacaksın. Sorunlar toplumsallaştı artık. Sorunlar artık görüş, siyaset, inanç değil. Ve toplumsal sorunların sorunu toplumsal birliktelikle çözülür. Buna yönelik, ortak açıklamalar ortak birliktelikler sağlarsak, iktidarda kendine çeki düzen verir, yerel iktidar da kendine çeki düzen verir. Yani yandaşa iş, yandaşa hizmet, yandaşın hizmetine kulak germe, yandaşa ihale gibi şeyler ortadan kalkar. Burada toplumsal sorun, toplumsal çözümlerle gelir. Toplum artık ayılmalıdır, toplum artık kim gelirse gelsin kurtarıcı beklemesin. Artık toplum inancıyla diniyle, ırkıyla, siyasetiyle neyle olursa olsun, asıl sorunu işi, aşı, ekmeği, barış ortamında eşitliğin inşa edilmesi olmalıdır. Ama ekmek, iş, aş, barış, adalet konusunda herkesin sorunu eşittir. Bunu böyle göreceğiz ve birbirimize kenetleneceğiz. Bizi kötü yöneten herkese gerekli cevabı vereceğiz.
“BİZ VİRÜSLE BAŞ BAŞAYIZ DEMİYORUZ, BİZ VİRÜSÜN TAM ORTASINDAYIZ”
SORU: İşçinin pandemiyle mücadelesi devam ediyor. Burada asıl sorunu yaşayan belediye emekçileri, çünkü girmedik sokak, ev bırakmıyorsunuz. Son durum nedir?
K. GÖKSOY: Pandemi Türkiye’de doğru yönetilmediği gibi birçok ülkede de doğru yönetilmedi. Bunun için Türkiye’nin dört bir yanını sarmış. Bunun için Sağlık Bakanlığı’nın verilerine bakıyoruz, kendi yaşadığımız çevreye bakıyoruz, illere bakıyoruz bir birinden çok farklı rakamlar var. Bunda tabii ki en büyük etkilenen taraf sağlık emekçileridir, ondan sonra temizlik işçileridir. Bizim işyerlerinde örgütlü olduğumuz arkadaşlarımızdır. Biz virüsle baş başayız demiyoruz, biz virüsün tam ortasındayız. O evlerden çöplere atılan şeylerde virüs mü var, hastalık mı var bilemeyiz. Ama orada o işçi o çöp konteynırı içerisinde ne varsa var, bedeniyle o çöpü alıp sokaklarımızı temizliyor. Bunun önlemi için defalarca söyledik; bütün, işçilere test yapılmalıdır. Çünkü toplumun sağlığı birazda işçi sağlığından geçer. Özellikle alanda çalışan işçiler, alanda çalışan sağlık emekçileri, alanda çalışan metal işçileri sağlıklıysa toplum sağlıklıdır. İşçinin maskesinden, dezenfektanına, koruyucu elbisesine kadar kontrol edilmelidir. Korona sınır tanımıyor.
“EMEĞİNİ VERİYORSA, ÜRETİYORSA ONU İŞTEN ÇIKARMAYIN”
SORU: Yetersiz kadrolarla çok iş yapılır belediyelerde, bu durum hala böylemi, bunun değişmesi için talepler neler?
K. GÖKSOY: Biz bu işte yeni değiliz. Bir kere siyasetin doğru işlemediğini gördük, adamcılığı gördük, yandaşçılığı gördük. Bunların hepsini üst üste koyduğumuz zaman; haksızlığı, hukuksuzluğu, adaletsizliği gördük. Yani söylemle, pratik örtüşmüyor. Biz her zaman ‘İşçilerin, emekçilerin çalıştığı iş yerlerinde emeklerinden başka gelirleri yok’ tabi siyasi yerlerde; siyaseten gelip orada belediye bünyesinde ama farklı işler yapanları da gördük. Gelip işini yapmayan, mesaisine sadık kalmayan, sorumluluğunu yerine getirmeyen işçiyi işten çıkarabilirsiniz. Yandaşlık a partisinde de var, b partisinde de var. İşini yapmayan, işe gelmeyen işçiyi çıkarın ama çalışıyorsa senin düşüncende olmaya bilir. Emeğini veriyorsa, üretiyorsa onu işten çıkarmayın. Kimse babanızın uşağı değil. 1,5 yıl geçti, kadrolar oturdu mu, oturmadı mı bilmiyoruz.
“ÇALIŞANA, ÜRETENE DOKUNMAYIN”
Gelişmiş ülkelerde işçiler belediye başkanı mı değişti, cumhurbaşkanı mı değişti bilmez, çalıştığı yerden bunları bilmeyerek emekli olur gider. Bizim ülkemizde belediye başkanı değişiyor en önce işçi değişiyor. O yandaşlık, adamcılık dediğimiz şeyler burada yaşanıyor. Bir kere bunu aşmak lazım, emeğe kıymet verirken siyasi görüşüne, düşüncesine, dinine, diline ırkına bakmamak lazım. Emeğini yerine getiriyorsa bu insanın görüşü ne olursa olsun çalışmalı. Hayatını buna göre şekillendirmiş, bunu alt üst edemezsiniz. Maalesef bizim ülkemizde en gelişmiş sıkıntılardan biri bu. Biz bunu reddediyoruz. Çalışan işçinin hangi görüşten olursa olsun biz yanındayız. Biz siyasi partilerin temsilcileri olarak, seçilen belediyelere de belediye başkanlara da bu öneriyi aktarmak istiyoruz. Çalışana, üretene dokunmayın. Dokunmazsanız emeğin hakkını verirsiniz. O zaman emekçi dediğiniz yerde eyleminiz ve pratiğiniz örtüşür. Biz de çıkıp burada kimseye eleştirmeyiz, öve öve anlatırız.