Haksızlıklara karşı fotoğraflarla öyküler yazıyor!


 

Meslekte 34 yılını tüken dünyaca ünlü fotomuhabiri Ali Öz’ün, Silifke’deki köyünden; tefeci tüccarın köylünün domateslerini nasıl ucuz fiyata kapattığını görüp, haksızlıklara ‘dur’ demek için gazeteci olmaya karar vermesi ile başlayan yolculuğu ‘Fotoğrafla öykü yazmaya’ dönüştü.

 “Ben gazeteci olacaktım ve bütün bu olanları herkese anlatacaktım, bu adaletsizliklere, haksızlıklara karşı çıkacaktım. Çünkü o yıllarda gazetecilerin toplumun gözü kulağı olduğuna inanıyordum”. 

AHMET GÖRÜNÜYOR!

NOT: Usta; röportaj yapılırken dahi etrafımızda olan bitenlere seyirci kalamadı… Röportaj boyunca göz markajındaki çöp toplayan çocukların yanına sokulan Ali Öz, onların öyküsüne ortak oldu…
Sonra Suriyeli Ahmet’e, çektiği fotoğrafları gösterdi.. Ahmet şaşırdı! Kendini gördü… Akrabalarını arkadaşlarını buldu Ali Öz’ün fotoğraflarında. Tek tek, isim isim saydı… Sokaklarda yanımızdan geçerken ilgisizliğimiz ve umarsızlığımız nedeniyle görünmez olduğunu sanan Ahmet, Ali Öz sayesinde görünür olduğunu fark etti!

Hediye Eroğlu

O dönemki adıyla Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın yayın Yüksek Okulu Radyo TV bölümünü birinci tercihiyle kazandı. Çok olaylı yıllardı. Yine ilginç öykülerle dolu 80’lerin başında fotoğrafla tanıştı ve çok sevdi. 
1982 yılında  İstanbul Nokta Dergisi’nden aldığı bir davet ile kendimi bu mesleğin içersinde  buldu ve ilk röportajlardan biri “Domatesin öyküsüydü” oldu… 
Güneş, Milliyet, Aktüel, Cumhuriyet, Tempo, Star ve NTV MAG’dan sonra 2001 krizi ile birlikte serbest gazetecilik yapmaya başladı.
Toplumsal eylemler, en büyüğünden en küçüğüne kadar her türlü olayı kendi imkanları ile takip eden Ali Öz, çektiği fotoğraflarla ülkemizin 34 yıllık  sosyal, politik tarihini belgeledi.  Bu ülkede ne yaşandıysa bire bir objektif olarak çekmeye çalıştı. Objektiflik, nesnellik  içersinde insandan yana, iyiden yana taraf olarak işini yaptı.
Fotoğrafla öyküler yazan fotomuhabiri Ali Öz ile tüm bu dolu dolu, insandan yana hayatı sizin için konuştuk. İşte o çarpıcı röportaj…

FOTOĞRAFLA, ÖYKÜ YAZIYOR…
SORU: Fotoğraf sanatçısı mısınız? Gazeteci mi? Foto muhabiri mi?  
A. ÖZ: Galiba ağırlıklı yanım foto muhabiri olmak. Silifke’de domates tarlasında çalışırken gazeteci olmaya karar verdim. Çünkü tefeci, tüccar paramızı çalmıştı ben de buna çok sinirlenmiştim. ‘Ben gazeteci olacağım, toplumsal sorunları üstleneceğim’ dedim ve yola çıktım. Türkiye’nin en iyi okulu olan Ankara Basın Yüksek Okulunu birinci tercihte kazandım. 1978 olayları içindeyken fotoğrafa tutuldum. Fotoğraf benim kendimi en iyi ifade edebildiğim alan, can simidim oldu. Böylece fotoğrafla ile öykü yazmaya başladım. Hikâyelerimi fotoğraflarla anlatmaya başladım. 
Aşağı yukarı çalışmadığım yayın organı kalmadı. Yayın yönetmenleri ve yazı işleri müdürü hep itirazlarıma hep tahammül edelerdi. Çünkü iş yapan bir insanım. 

1 MİLYON KARALEKİ DEV ARŞİV
SORU: Aradan geçen 34 yılda en çok neyi fotoğrafladınız, neyi anlatmaya çalıştınız, ya da neyi aradınız?
A.ÖZ: Lise yıllarında ki bakış açım ve felsefem benim hayattaki çalışmamı biçimleyen bir bakış oldu. En çok insan üzerine çalıştım, insan hikâyelerini, ülkemin hikâyesini fotoğrafladım. 78 kuşağının dokümanı olmadığını gördüm ve o dönemde 85 yılında Metris Cezaevi ve sonrasında gelişen olaylar ile günümüze kadar ne yaşadıysak doğusundan batısına güneyden kuzeye ve zaman zaman yurt dışı da dâhil olmak üzere gücüm yettiği kadar deli bir çalışma temposu ile belgeledim. 
Böylece ülkemim hikâyesini fotoğrafladım. Yaklaşık 1 milyon kare fotoğraf arşivine sahibim bunun 500 bin karesi dia. Bunları düzenlemek için benim hayatım yetmeyecek biliyorum ama kıyısından köşesinde 3-5 kitap yapılabilir. Yani benim öyküm insan üstünedir.

“FOTOĞRAF İLE TARİH YAZIYORUZ!
SORU: ‘Söz uçar yazı kalır’ denilir. Fotoğraf nedir?
A.ÖZ: Fotoğraf bir belgedir, zaten onu sevmemim sebebi de bu fotoğrafın kalıcı olma özelliğidir. Ara Güler’in dediği gibi ‘biz burada tarih yazıyoruz’. Biz bugünü yarına taşıyan insanlarız. Bu anlamda yaptığım işi çok ciddiye alıyorum.
Belki birçok meslek taşımız buna bir iş olarak bakıyor ama ben buna hiç iş olarak bakmadım. Ben bunu hep kutsal bir iş olarak düşündüm, para kazanmayı hep sona bıraktım. İdealleri ve hayallerinin peşine düşmüş bir insan olarak çalıştım.
Çektiğim fotoğraflarla Türkiye Politik Belgeseli kitabının yapılmasına zemin hazırladım ve bunun bir gün mutlaka yapılacağına inanıyorum. Bu yolda 
Bence fotoğraf ve insanın, bir aşk ilişkisi var…

GAZETECİ İŞİNİ YAPMALI
SORU: Aşk tamam ama bir haksızlık, adaletsizlik varken buna karşı çıkmak, durdurmak mı yoksa fotoğraf çekmeye devam etmek mi? Bu paradigma size neyi çağrıştırdı?
A.ÖZ: 1996 yılı 1 Mayıs’ın da ölen 3’üncü kişi benim yanımda vuruldu. Ambulans yetiştirdik ama adam ölmüştü. Bu sırada kızın bir tanesi çiçekleri dövmeye başladı, ben o kadar sinirlendim ki bırakın insan hayatını ben orada fotoğraf çekeceğime o kıza; ‘sen manyak mısın niye çiçekleri dövüyorsun?’ diye bağırdım. Bunu gören zaman muhabiri deklanşöre bastı ve benim yayın organım olan Tempo’da bu fotoğraf yeni sembol fotoğraf oldu. 
Yani; bırakın insan hayatını, çiçekleri kurtarmaya çalışan bir gazeteci oldum. 
Dolaysıyla bu çok tartışılan bir konu. Senin görevin kışkırtmadan fotoğraf çekmek. İşini yapmanı gerektiren mecburiyetler var. Kamusal yarar çok önemli. Yani burada çok hassas bir denge var ve bunun ayrımını yapmak zorundayız. 

GAZETECİLİK EĞİTİMİ YERLERDE!...
SORU: Sahada çalışmayı anlatamayız ama bunun birde akademik yönü var. Siz Türkiye’de gazetecilik veya fotoğraf muhabirliği eğitimini ne düzeyde buluyorsunuz? 
A.ÖZ: Biz gazeteciliğe yönelik kültürel eğitimi çok iyi bir şekilde aldık. Okulumuz özel bir okuldu, hem siyasal fakültelerinin hocaları hem de müzikten resme sanat hocalarımız vardı. Ama bizim kuşağın şansızlığı dil eksikliğimiz oldu. 
Ama şuan eğitim adeta yerlerde… Ülkemizde gazetecilik yok ki eğitimi olsun. Ama umudumuzu kaybetmemeliyiz. Kendimizi geliştirmekten vazgeçmemeliyiz. 
Meslek hayatımda kimse benim önüme bir şey koymadı, ben hep tırnaklarımla mücadele ederek kazandım. Gazeteciliğimden taviz vermedim.
SORU: Teknoloji çağındayız, herkesin elinde telefon var, herkes her şeye erişebiliyor. Fotoğraf değerini kaybetti deniliyor, buna katılıyor musunuz?
A. ÖZ: En son İzmir’de ki Hıdrellez kutlamalarını çektim. Bu fotoğraflar Facebook’taki sayfamda 2700 beğeni 2500 paylaşımda aldı. Bu çok büyük bir sayı. Yani çok büyük bir kitleye ulaştı.  

DİYARBAKIR’A OBJEKTİF BAKIŞ AÇISI
SORU: Foto muhabirlerinin işi çok zor. Aynı zamanda hem yaşıyor, hem ailesinin yanında olmaya çalışıyor, hem hayata tutunuyor… Nasıl bir dünyanız var?
A.ÖZ: İş kolik bir adamım. Dezenformasyon çok fazla bizde, biz artık her şeye; fotoğraf, haber olarak bakıyoruz. Dolayısıyla bizim bütün hayatımız bunun üzerine kurgulanmış. Sabah ilk işimiz haberleri açıp dinlemek. 
Ben şu dönemde 3 defa Diyarbakır’a gittim. Diyarbakır’da Sur’u, Cizre’yi çektim. Çünkü nesnel bilgiye de ihtiyacımız var. Artık günümüzde nesnel bilgiye ulaşmak çok zor. Çünkü ya daha ideolojik bir bakış açısı ya da havuz medyası dediğimiz olay devreye giriyor. Bizler kamu yararına iş yapan insanlarız. Eşime Diyarbakır’a gideceğimi söylediğim zaman ‘hemen git, senin gözünle objektif görmek istiyorum’ dedi. 

6 YILDIR SURİYELİLERİ ÇEKİYOR 
SORU: Toplumsal olayları, gelişmeleri yakından takip eden birisi olarak 6 yıldır Suriyeli sığınmacılara yönelik özel bir dosyanız olduğunu biliyorum. Bu çalışmalar bize neyi gösteriyor?
A.Öz: 6 yıldır Suruç’ta, Diyarbakır’da, Mersin’de, İstanbul’da, Viyana’da, Midilli’de Bodrum’da Suriyelileri çekiyorum. Bir insanlık dramı yaşanıyor…
Ama şuan içinde bulunduğumuz toplumsal kamplaşma yüzünden herkes çok gergin. O insanların geleceği tehlikede. Bizim geleceğimiz tehlikede. Bu çocuklar büyüyecekler ama okuma, yazmaları dahi olmayacak, Erkekler mafya olacak belki, kadınlar başka bir şey.. Arnavutluk iç savaşından biliyorum, Arnavutluk kızlarını fuhuş için Avrupa’ya kaçırdılar yıllarca….
Mersin’de dramın yanında ortaya ilginç görüntüler de çıkıyor. Özel eğitim merkezlerinde müfredat olmadan eğitim veriliyor, orada ne öğretildiğini bilmiyoruz. Her yer Arapça tabelalarla olu. İş yerleri açılıyor… Tüm bunların belgelenmesi önemli!

MERSİN’İN GELECEĞİ TEHLİKEDE
SORU: Hazır Mersin demişken, çocukluğunuzdaki Mersin ile günümüz Mersin’ini nasıl karşılaştırıyorsunuz? Neler değişti?
A.Öz: Ben Silifkeliyim ama hayatım gurbette geçti. Gezgin bir hayatım oldu. Zaten gezginlik kültürümüz atalarımızdan geliyor, örneğin dedem at üzerinde ölmüş. 
Mersin zaten kozmopolitlik bir şehirdi ama şimdi daha karışık oldu. Zaman zaman Kürt meselesi ile ilgili sıkıntılar yaşandı, şimdi ise Suriyelilerle yaşanıyor bunlar. Yani toplumsal kutuplaşmalar artıyor. İnsanların çok dikkatli ve duyarlı davranmalı gerekiyor. Herkesin birbirinin yaşam alanına saygı göstermesi lazım 
Türkiye’de toplumunun iki şeye ihtiyacı var: Birincisi doğa ve çevre bilinci, ikincisi ise insan hakkı bilinci. Bunları çocuklara ilkokuldan itibaren aşılamamız gerekiyor.
Yani bu şekilde dönüşüm yaşamadıkça, geleceğimiz tehlikede gözüküyor. 

HAYATA YAKIN OLUN
SORU: Son olarak bu işi yapmak isteyen genç meslektaşlarınıza ne söylemek istersiniz?
A.ÖZ: Bu bir aşk/tutku ilişkisidir. Fotoğrafı sevmek lazım. Emek vermek lazım. Kolay bir iş yapmıyoruz. Rahat oturulan yerden fotoğraf çekilmiyor. Ben zum yapmıyorum, fotoğrafçı objeye yakın olmalı… Hayata yakın olmalı…


   

Yorum Ekle comment Yorumlar (0)

Yapılan yorumlarda IP Bilgileriniz kayıt altına alınmaktadır..!


  HABERCİ GAZETESİ
 

  HABER ARAMA
 
  

  HABERCİ SPOR
 


  BİK İLANLAR
 




  SOSYAL MEDYA
 

  NÖBETÇİ ECZANELER
 
 

 




sanalbasin.com üyesidir

 
         
ANASAYFA HABER ARŞİVİ KÜNYE İLETİŞİM GİZLİLİK İLKELERİ

 
Siteden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz.
mersinhaberci.com © Copyright 2016-2024 Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz.

URA MEDYA