Buraya ve bu zamana çok uzun yollardan geldik. Başka şehirlerden, başka mahallelerden, başka sokaklardan, başka okullardan, başka ailelerden, başka köprülerden, başka sulardan, başka istasyonlardan, başka ışıklardan, başka koridorlardan, başka kapılardan geldik. Başka tarihleri omuzlayıp koyduk birbirimizin önüne. “Ben buyum” dedik. Gördük ki, aslında bunca başkalıkların içinde, aynı romanlardan, aynı şiirlerden, aynı mısralardan, aynı gözyaşlarından, aynı mutluluklardan, aynı hayallerden, aynı tahayyüllerden, aynı öfkeden, aynı sevinçten, aynı karşı çıkıştan, aynı yoruluşlardan, aynı umutlardan, aynı uzaklara dalışlardan, aynı neşelerden, aynı korkulardan, aynı arkadaşlıklardan, aynı sarılmalardan, aynı öpüşmelerden geliyoruz.
İnsan insanla törpülenirmiş, öyle duymuştum ve gördüm ki, insanı kendi’si yapan en önemli şey, başkalarıymış. Karşılaştığı, yanyana durduğu, birbirine değdiği, beraber yürüdüğü insanlarmış. Sartre, bu duruma “başkası cehennemdir” diyor ama o mevzu başka, benim söylemek istediğim; güzel insanlarla değişiyor, dönüşüyor, güzelleşiyor oluşumuz. Çünkü biliyorum ki güzelleştikçe güçleniriz. Bu güçlenme halini Hegel’in diyalektiğinin üç aşamasında şu şekilde formüle edebiliriz. Buna göre kendi bilincini henüz kuramamış olan ben -ya da devinimize hazır ben de diyebiliriz buna- (tez), kendini, “yeni bir ben” olarak kurabilmek için ben olmayan başkası ile yani öteki (antitez) ile karşı karşıya gelir ve yukarıda değindiğimiz yanyana durma, karşılaşma, birbirine değme ve beraber yürüme hallerini oluşturur. Bu değme ya da karşılaşma sonucunda da ben artık kendini kurmuş olur (sentez). Artık bilince erişmiş ben kendine dönüp baktığında kurulmuş yeni bir ben ile karşılaşır. Ben ve ötekinin birbirine ihtiyacı da buradan gelir.
Bu yüzden savaştan kaçıp yaşadığımız ağacımıza sığınanlara, barışı savunduğu için yurdundan kovulanlara, hiç bilmediğimiz kültürlerle büyüyenlere, hiç bilmediğimiz dillerle konuşanlara ve onlarla aynı sofrada oturmaya ihtiyacımız var. Nitekim bizi paylaşımcı, ortak yaşamı ilke edinen ve ötekinin varoluşuna eşlik eden biri yapan da bu karşılaşmalardır.
Ötekinin varoluşuna eşlik etme halini Oruç Auroba “Yürüme” şiirinde ne güzel de anlatır.
Bir adım;
yere basan iki ayak arasındaki uzaklık değildir,
gövdeyi taşıyan bir ayak,
ileten öteki ayak - ve,
bir önceki ile bir sonrakilerde hep
yer değiştiren ayaklar arasında sağlanan sürekli devinimdir.
Yürüdüğümüz yoldaki yerler,
yolumuzun yönüne katılır.