Sokağa adımınızı atıyorsunuz.
Beyaz sinekler gözünüze gözünüze geliyor.
Siyahı da var bu sineklerin.
Peşinizi bırakmıyor.
Sizinle işe gidecek kadar inatçı.
Çöp konteynerinin yanından geçiyorsunuz, pis kokular doluyor ciğerlerinize.
Korona’dan korkmayanlara bile maske taktırıyor bu sinekler, o pis kokular.
Caddeye adımınızı attınız ki; işe gideceksiniz.
Hemen heveslenmeyin.
Biraz zor o caddede yol almak.
Kaldırımlar esnafın sergi alanı olmuş.
Dükkana kira ödüyor kendi malı değilse.
Kaldırımlar ise beleş.
Kitaplarda o kaldırım, sokak, cadde halkın diye anlatılır.
Uygulamada ise esnafın malıdır.
Yol otoparktır.
Kaldırım iş yeri.
Zabıtalar adeta “vatandaş karışmasın, esnafımızı rahatsız etmesin” diye esnafın yanından ayrılmaz.
Neredeyse dükkanı beraber açar, beraber kapatırlar.
Vatandaşın iddiası böyledir.
Masal tadında anlatılır bu anlamlı işbirliği.
Kaldırımda yürümek patikada yürümek kadar risklidir bizim buralarda.
Vakit ikindi oldu mu insan yığınları doldurur o kaldırımları.
Akşamüstü o yığınların çoğunluğunu adı bir türlü konulamayan uzak misafirler oluşturur.
Şehir yavaş yavaş bir Arap kasabasına dönüşür.
Yürümek artık daha bir zordur.
Caddeler otoparka dönüşür.
Araçlar metre hesabıyla yürür koca caddelerde.
Burası Mersin’dir.
Bu şehri yönetenler pek farkında değildirler bu işleyişin.
Makam aracından inmezler.
Caddelerine adım atmazlar.
Kaldırımlarında yürümezler.
Vatandaş nasıl yaşıyor diye merak etmezler.
Belki de onlar haklıdır.
“Böyle gelmiş, böyle gitsin, elleşmeyelim” mantığı daha doğrudur.
Öyleyse;
Bize de müstahaktır.
**
Sevdiğim laflar:
“VARDIĞIN EV KÖRÜNSE, GÖZÜNÜ YUM, ÖYLE OTUR!..”