Belediyecilik kavramı son yıllarda sürekli şekil değiştiriyor.
Rutin, bilindik bürokratik belediyecilik her gelen partiye ve başkana göre yeniden yapılandırılıyor.
İyidir, kötüdür, anlamında söylemiyorum ama kişiye veya bir partiye uyarlanmış belediyecilik kavramı üzerinde tartışma yaşanmaması bana göre kaygı verici bir durumu da beraberinde getiriyor.
Söz konusu sözde belediyecilik modellerinin artı-eksi yönlerini ortaya koymadan, tartışmadan sessizce kabullenmek ne kadar doğrudur sorusunu sormamız gerekmiyor mu?.
“Benim” belediyeciliğim.”
“Bizim” belediyeciliğimiz.”
Seçilip koltuğa oturduktan sonra tamamen değişen kafaların bu iki şıkkı önümüze atmaları, ama fikrimizi sormamaları dayatmacılık sayılmaz mı?.
“Beraber yöneteceğiz” mottosuyla gelenlerin dayatmacı zihniyetlerinin, uygulamalarının tartışması neden yapılmaz merak konusu olmuyor bu ülkede.
Dün’ü dünde bırakmaya teşne bir yapımız olması muhtemelen en temel sebeplerden biri, hatta birincisidir.
Hal böyle olunca ortaya bugün yaşadığımız yönetim biçimleri çıkması da kaçınılmaz.
“Yiyelim, içelim, eğlenelim ama hesapta vermeyelim “ belediyeciliği böyle kabul görüyor.
Kente, bölgeye hiçbir katkısı olmayan, geleceğe yatırım yapmayan zamanı ve parayı çöpe atan bir yöntem meşrulaştırılıyor.
Üstelik bu sorumsuz yönetim biçimine “parti” etiketi yapıştırma aymazlığı ve utanmazlığı bile normal karşılanıyor.
Ve siyaset sosyolojisine tam ters bir seçim sonuçları bile getiriyor bu ilkel ve kişisel yönetim biçimi.
Son yerel seçimlerde başta Mersin olmak üzere bir çok şehirde karşılaştığımız afaki sandık sonuçlarında bu ters olguyu bire bir yaşadık gördük.
Hesap vermeyen, veremeyen yönetimler yüksek yüzdeli oy patlamaları ile yeniden seçildiler.
Halka dokunmak adına yapılan, sürekliliği esas olan ve adına sosyal belediyecilik denilen uygulamaların karşılığını sandıkta almak siyasetçi için kazanç olabilir.
“Bize plan değil pilav lazım” diyenler kazanıyor bu düzende.
Yarınlar ise çöpte.
**
Sevdiğim Laflar:
“YAZ YALAN, KIŞ GERÇEK!..”