Yıllarca çevre mücadelesi vererek doğanın kirletilmesi ile yaşanabilecek tehlikeler konusunda uyarılarda bulunan ve bugün yaşanan nükleer felaketler, depremler, seller, kirlilik ile haklı çıkan uzmanlardan Akkuyu çağrısı, “Ne yazık ki haklı çıkıyoruz..!”
MERÇED Başkanı Sabahat Aslan, denenmemiş bir teknoloji ile yapılmak istenen Akkuyu NGS’nin beraberinde çimento fabrikaları, termik santraller ve maden ocaklarını da getireceğini söyleyerek, Doğu Akdeniz’in ciddi bir tehdit altında olduğunu söyledi.
Hediye Eroğlu
Mersin Çevre ve Doğa Derneği (MERÇED) Başkanı Sabahat Aslan, çevreyi korumak adına yürüttükleri mücadeleyi gazetemize anlattı. Ellerinde sihirli bir değnek olmadığını herkesin yaşam hakkına sahip çıkması gerektiğini söyleyen Aslan, “Çünkü ne yazık ki haklı çıkıyoruz” diyerek yaşanan felaketlere karşı geçmişte uyaran uzmanların sesine en azından bundan sonra kulak verilmesi için çağrı yaptı.
MERÇED Başkanı Sabahat Aslan, denenmemiş bir teknoloji ile yapılmak istenen Akkuyu NGS’nin beraberinde çimento fabrikaları, termik santraller ve maden ocaklarını da getireceğini söyleyerek, Doğu Akdeniz’in ciddi bir tehdit altında olduğunu vurguladı.
“MÜCADELE ALANI NE KADAR GENİŞLERSE, KÜRESEL GÜÇLERİN HEGEMONYASI DA O KADAR AZALIR”
SORU: Dünyayı tek başımıza biz mi kurtaracağız? Nedir bu çevre sorunu ve gerçekten bizim yapmamız gereken nedir? Omuzlarımızdaki yük bu kadar ağır mı?
S. ASLAN: Elbette çevre ile ilgili herkesin yapabilecekleri var ama dünyayı biz kurtaramayız. Çünkü dünyanın egemenleri var. Dünyanın bu egemenleri, kendilerini dünyanın sahipleri zannedip, dünyanın eko-sistemini, ekonomisini, sosyal yapıyı alt üst ettiler. Bunu rant adına yaptılar. Biz bunlara küresel güçler diyoruz. Bu küresel güçler, dünyayı bu hale getirdiği için, bu güçlere karşı mücadele ediyoruz. Bu anlamda mücadelenin alanı ne kadar genişlerse, küresel güçlerin hegemonyası da o kadar azalır.
“NE YAZIK Kİ HAKLI ÇIKIYORUZ”
SORU: Köylerine yapılmak istenen maden ocağına karşı ellerinde orak -çekiç olan kadınları eylemde gördük. Artık bu tarz eylemleri daha sık görüyoruz. Bir bilinçlenme evresi mi başladı?
S.ASLAN: Elbette biz yıllarca çevresel tahribatların insan yaşamına, ekolojik sisteme verdiği zararları sürekli anlattık. Ve ne yazık ki bugün haklı çıktık ve çıkmaya da devam ediyoruz! Yaklaşık 20 senedir alanlardayız. Bunları anlatmamız ile insanlar artık bilinçlendi, hem zararlarını birebir gördüler, hem de yaşadılar. Sonuç onlara da dokunmaya başladı. Bu nedenle insanlar artık kendi yaşamlarına sahip çıkmaya başladı. Biz her yerde bunu savunuyoruz. Herkes kendi yaşam hakkına sahip olmalı. Çevre hareketi, yaşam mücadelesi hakkıdır.
SORU: Bu noktada toplumsal bilinçlenmeyi tetikleyen, biraz daha arttıran kirlilik midir?
S.ASLAN: Dünyadaki mevcut kaynakların 1-5 -2 katını tükettik. Bu tüketim sonucunda artık çok ciddi sağlık sorunları, açlık, savaşlar yaşanmakta. Sosyal doku bozulmakta. Dolayısıyla ekonomik krizler yaşanmakta. Denge altüst olunca insanların yaşamları da altüst oldu. Sonuçta insanlar bilinçlendi ama kirlilik çok arttı. Doğa rant için hunharca kullanıldı. Sonuçta da insanlar haklı olarak buna karşı başkaldırdı.
NÜKLEER MÜCADELE 40 YAŞINDA
SORU: Bu başkaldırının Mersin boyutunu konuşmak gerekirse, Akkuyu Nükleer Güç Santrali; Türkiye’nin en önemli projelerinden bir tanesi. Bu yatırım beraberinde termik santraller, çimento fabrikaları, maden ocaklarını getiriyor. Denize, suya, havaya katacağı kirlilik söz konusu. Bir zincir adeta. Mersinlilerin buna karşı nasıl bir mücadele yürütmesi gerekiyor sizce?
S.ASLAN: Bu kent yaklaşık 40 yıldır bu alanda mücadele ediyor ve başarılar elde etti. Dolayısıyla bu mücadele devam edecektir, ediyor. Temel atılması yönünde gelişmeler bekleniyor ama buna karşı sivil toplum kuruluşları, meslek odaları karşıt kampanya olarak çok önemli tedbirler alıyor. Şu an açtığımız ciddi davalar var ve hukuk mücadelesi devam ediyor. Eylül ayına doğru birkaç davamızın sonuçlanmasını bekliyoruz. Nükleer santrale karşı bizler de çalışıyoruz. İç hukuk yollarının tıkanması veya istenilen sonuçların alınamaması halinde uluslar arası mahkemelere başvuracağız.
Zira Akkuyu Nükleer Santrali, özellikle bu bölgede yaşayan Akdeniz Foklarından diğer pek çok canlıya kadar eko-sistemi, canlı yaşamını tehdit ediyor. Türkiye’nin de taraf olduğu Bern Sözleşmesi ve Ramsar Sözleşmelerine uyulması için yetkili makamlara başvurularımız var. Çünkü bu sözleşme kuş cenneti olan Göksu Deltası’nı da kapsıyor. Yani Akkuyu Nükleer Santrali ile entegre olacak diğer yatırımlar, Göksu Deltası’na da zarar verecek.
“BİR BÖLGEYİ FEDA ETMEKLE, ‘SARI ÖKÜZÜ’ VERMEKLE İŞ BİTMİYOR…”
SORU: Şunun altını özellikle çizebilir miyiz; Yapılan tüm bu çalışmalar, sadece Akkuyu Nükleer Santrali’ne karşı değil? Beraberinde getireceği tüm tahribata, yaratacağı tüm hasara karşı bir hamle mi?
S.ASLAN: Biz MERÇED olarak tam olarak bu kapsamda çalışıyoruz. Mersin Çevre ve Doğa Derneği olarak, yaklaşık 10 yıldır hem Akkuyu Nükleer Santrali’ne karşı hem de entegre olacak termik santrallere, çimento fabrikalarına, maden ocaklarına karşı mücadele ediyoruz ve bu mücadelemiz şu anda dava açmakla devam ediyor.
Akkuyu Nükleer Santraline ‘evet’ demekle iş bitmiyor. Bir bölgeyi feda etmekle, ‘sarı öküzü’ vermekle iş bitmiyor…
Biz yıllardır bunu anlatıyoruz. Akkuyu NGS kurulduğunda, buraya çimento sağlayacak fabrikalar planlandı, iki yerde... Tabi bunlara elektrik sağlayacak termik santraller planlandı. Mücadelemiz sonucunda termik santralleri yapmaktan vazgeçtiler. Ama şimdilerde termik santraller tekrar ısıtılıp kentin gündemine getiriliyor. Silifke, Aydıncık, Gülnar çok ciddi tehdit altında. Tabi bu tehdit bize de yani kent merkezine de yansıyacak. Yani Doğu Akdeniz’den Batı Akdeniz’i çok ciddi tehdit edecek bir yatırım söz konusu…
“GELİŞMİŞ ÜLKELERİN ÇÖPLÜĞÜ OLMAYALIM”
SORU: Özellikle iş dünyası şunun altını çiziyor; ‘Sanayi yatırımları açısından Marmara Havzası tamamen doldu. Türkiye’ye yeni bir havza lazım. Bu havza da Doğu Akdeniz’. Ama unutulan bir nokta var ki şu an bakir kalan tek havza da burası. İş dünyasının bu tutumu hakkında ne söylersiniz?
S.ASLAN: Ben makine mühendisiyim. Sanayileşmek elbette her ülkenin ihtiyacıdır. Ama doğru ve planlı sanayileşmek gerekiyor. Özellikle de doğaya zarar vermeden sanayileşmek gerekiyor. Ama Türkiye’de ne yazık ki sanayileşme; kirli sanayi ile yapılıyor. Yani; Avrupa Birliği’nin, Amerika’nın, Kanada’nın, yani halkın gözünde gelişmiş ülkelerin artık kullanmadığı sanayi yatırımları ki biz buna kirli sanayi yatırımları diyoruz, oradaki işlevini doldurtan sonra Türkiye’de faaliyete devam ettiriliyor. Çok fazla elektrik enerjisi ile çalışan, arıtmaya ve filtrelemeye rağmen doğayı kirleten, zehirli gaz ve suların akmasını engelleyemeyen bir teknolojiyi söküp ülkemize gönderiyorlar. Biz buna ‘kirli teknoloji transferi’ diyoruz. Şu anda Akdeniz Havzası’nda da yapılmak istenen budur. Eski teknoloji ile bizi hem zehirliyorlar hem de kendi çıkardıkları hammaddeye bağımlı hale getiriyorlar. Akkuyu NGS’yi Rusya kuracak. Rusya’nın teknolojisini teknik olarak incelediğimizde, ne yazık ki yenilenmemiş yani kirli teknoloji bir sistem karşımıza çıkıyor.
Doğu Akdeniz Havzası, Türkiye’nin hatta dünyanın tarımsal anlamda deposudur. Evimize giren sebzelerden en az 2 tanesi Mersin’de yetişmektedir. Burada böyle bir çevre kirliliğinin yaşanması demek, sizin evinize de o zehrin girmesi demektir.
Ayrıca Akkuyu NGS çalıştığı sürece radyasyon yayacak. Teknik olarak radyasyonun yayımı engellenemez. İkincisi nükleer atıklar burada depolanacak. Bu atıkların yayacağı radyasyon, rüzgarla etrafa da yayılacak. Hiç denenmemiş bir teknolojinin işletme aşamasında nelerle karşılaşacağımızı bilemediğimiz için kaza riski çok yüksek olacak. Üstelik Mersin bir deprem bölgesi! Ancak ne yazık ki tüm bunları bazı bilim insanlarını anlamakta gerçekten zorlanıyoruz. ‘Burada hareketli fay hattı yok’ diyorlar. Oysa Ecemiş Fay hattı Akkuyu NGS’ye çok yakın. Bunun yanında burayı etkileyecek 4 tane çok ciddi fay hattı var. Bu riskleri bilerek, özellikle gözden kaçırıyorlar.
DEPREM RİSKİ BÜYÜK!
SORU: Bu durumda, ‘AKkuyu Nükleer Güç Santrali depreme veya kazalara karşı yüzde 100 dayanıklı’ demek aldatıcı bir ifade mi oluyor?
S. ASLAN: Tabi aldatıcı ifadelerdir bunlar. Çünkü siz nükleer santrallerde ne kadar emniyet tedbiri alırsanız alın yetersiz kalacaktır. Bakın, bu tarz teknolojilerde en önemli etken soğutma sisteminin çalışmamasıdır. Son olarak Fukuşima’da da soğutma sistemi arızalandığı için bu kadar büyük bir felaket oldu. Yine Çernobil’de bu sistem çalışmadığı için felaket yaşandı. Akkuyu NGS’de günde 20 milyar litre su sirkülasyonu yapılacak. Akdeniz’den alınacak, soğutma işleminden sonra denize deşarj edilecek su deniz canlılarının yaşamını tehlikeye sokacak.
Ayrıca Akkuyu’da soğutma sistemi, dolgu alanına yapılacak. Yani o boruları siz ne kadar sağlam monte etseniz de herhangi bir pompada arıza olduğu zaman, yedek pompalar belki devreye girecek ama en büyük risk, bu soğutma sistemlerinin borularında oluşacak.
Diyelim ki Mersin’de bir sarsıntı oldu; Sarsıntının şiddeti Richter ölçeği ile eğer 4 ise, o dolgu alanında hissedilen sarsıntı bunun 4 katı olacak. Teknolojide, planlamadığınız veya düşünmediğiniz olaylara karşı önlem dizayn edilmez. Fukuşima’da ne oldu? Sarsıntı ile çok büyük bir beton blok soğutma sisteminin üzerine düşüp boruları kırdı ve felaket yaşandı.
SAVAŞTA İLK HEDEF MERSİN OLUR!
SORU: Akkuyu’da, ‘kaza’ unsuru dışında, insanları tedirgin, huzursuz eden bir tehdit daha var. Dünyanın içinde olduğu bu savaş ortamında, bir nükleer santrale sahip olmanız demek, aynı zamanda açık bir hedef haline gelmeniz demek değil mi?
S. ASLAN: Kesinlikle hedeftir tabi ki. Savaş teknolojisi de ilerledi artık. Ülkeler binlerce kilometre uzağa füze fırlatabiliyor. Uluslar arası terörizm anlamında çok ciddi bir tehdit oluşacak. Savaş teknolojisinin gelişmesinden kaynaklı bu santralleri korumak çok güç. Bugün uluslar arası ilişkilerimizi de göz önüne aldığımızda Akuyu NGS, uluslar arası terörizm anlamında çok ciddi bir tehdittir. Kurulup çalışmasının yanında ayrıca ciddi bir tehdittir.
“AYAKLARIMIZ YERE BASIYOR, DELİLLERİMİZ VAR”
SORU: Çevre mücadelesi yürütenler için kimi zaman biraz da küçümseyici bir dille ‘çevreciler-aktivistler’ denilerek, bu alanda herhangi bir uzmanlıkları yokmuş gibi lanse edilmek isteniyorlar. Uzman mısınız? Uzmanlar çalışıyor musunuz?
S.ASLAN: Tabi tabi… Az önce de belirttiğim üzere ben makine mühendisiyim. Bu çalışmaları yaparken yabancı kaynakları okuyoruz, tercüme ediyoruz. Alanında uzman bilim insanları dünyadaki gelişmeler takip ederek bizlerle birlikte hareket ediyorlar. Elbette herkes çevre hareketine öncülük yapabilir. Bu çevre hareketi besleyen teknik ve bilim insanları vardır. Dolayısıyla bu hareket ayakları yere basan ve delilleri olan bir harekettir.
SORU: Rusya’dan elde ettiğiniz delilleri konuşuyorduk. Rusya’ya dönecek olursak; yapılacak nükleer santral ile ilgili tehditler nelerdir?
S.ASLAN: Proje ile ilgili, ‘Rusya en son teknolojiyi kullanacak’ deniliyor. Bazı yatırımlara son teknoloji bile kullansanız tutmaz. Örneğin İskenderun Demir-Çelik Fabrikası’nı Ruslar kurmuştu. Şu anda bu fabrika Payas’ta o kadar ciddi kirlilik yaratıyor ki, yenilemiyorlar dahi. Ellerinde ne kadar çok eskimiş, kirli teknoloji varsa bize satıyorlar. Akkuyu NGS de öyle. Yani üçüncü nesil bir teknoloji ve dünyada henüz test edilmemiş. Kendi ülkelerinde bu teknolojiyi kullanmaya başladılar ama biz biliyoruz ki; çalıştırır çalıştırmaz çok ciddi arızalar meydana geldi.
“KROMSAN ZEHİRLİ ATIKLARI DÖNÜŞTÜRMELİ”
SORU: Akkuyu NGS’nin bölgeye yaşatacaklarını konuşuyoruz ama bir de bugün, şu an yaşadıklarımız var. Kazanlı bölgesi yine gündeme geldi, mevcut kromsan atıklarının son durumu halkı tedirgin ediyor. Kazanlı bölgesine yönelik çalışmalarınızı da anlatabilir misiniz?
S. ASLAN: Kazanlı ile ilgili bir takım çalışmalar yürütüyoruz. Ama bölgeye dair bilimsel bir çalışma olmalı. Bu bilimsel çalışmanın yapılabilmesi için araştırma aşamasındayız. Henüz ortaya çıkmış bir raporumuz yok. Bilindiği üzere TÜBİTAK, geçmişte buraya dair bir rapor hazırladı. TÜBİTAK’ın yaptığı araştırmada şunu görüyoruz ki; seraların bazılarında krom +6 bulundu. Kazanlı’da yaşayan yurttaşlarımızın evlerinin duvarlarında krom+6 içerikli malzemenin kullanıldığı ortaya çıktı. Ayrıca krom +6’nın sulara karıştığını da herkes biliyor. Bütün bunlar TÜBİTAK raporunda da yazılı. Krom +6, sadece Kazanlı için değil, tüm kent için çok ciddi bir tehdit. Krom +6 çok zehirli bir atıktır. KROMSAN, bu atığı Krom 3’e dönüştürmek için indirgeme tesisi kurdu. Bu sevindirici bir durum ama bunun kapasitesini daha arttırmalı ve bu atıkları bir an önce indirgeyip, bu kenti bu durumdan kurtarmalıdırlar. Yetkililer, krom+6 atıklarının, 2023 yılına kadar ancak indirgenebileceğini söylüyor. Peki, bu kent, 2023 yılına daha kadar ne felaket yaşayacak? KROMSAN’ın bir an önce önlem almasını umuyoruz.
Nitekim bu sene 23 Nisan’da yaşanan fırtınadan kaynaklı ciddi bir tehdit oluştu, insanlar korktu ve tedirginlik sürüyor. Sanayileşmek gerekiyor ama maalesef ülkemizin, sanayi atıklarıyla ilgili planlaması yok, uygulama konusunda çok ciddi eksikler olduğunu görüyoruz. Ne yazık ki biz bu kirli yatırımlara gözü kapalı atlıyoruz. Sanayileşirken, sanayinin arka bahçesini görmezden gelmek olmaz. Gereken her türlü önlem alınmalı.
HAVA KİRLİLİĞİNİ ÖLÇEN BİR TANE CİHAZ VAR, O DA TERS KONULMUŞ!
SORU: Geçtiğimiz aylarda Çay Mahallesi’nde üzücü bir olay yaşandı. Evlerine sızan zehirli gaz sonucu genç bir kadın, evlerinin banyosunda yaşamını yitirdi. Bir sanayi işletmesinin gizlice kanalizasyona bıraktığı atıkların, evsel kanalizasyona karıştığı ortaya çıktı. Günümüz Türkiye’sinde bu olayı nasıl değerlendirilmeli?
S. ASLAN: Tabi çok üzücü bir olay. İnsanlar artık evlerinde bile rahat nefes alamıyor. Gelinen nokta bu. Bırakın kanalizasyon hattını, mevcut havada bile o kadar çok atık var ki! Mersin’de zehirli gazlarla iç içe yaşıyoruz. Kışın bu kentte nefes alamıyoruz. Yazın birazcık nefes aldığımızı zannediyoruz ama hava yine kirli. Çünkü koskoca Mersin’de, hava kirliliğini ölçen bir tane cihazımız var. O da rüzgarın yönüne ters konulmuş bir cihaz. Yani biz Mersin’de hava kirliliği ölçümlerinin doğru olmadığı kanaatindeyiz. Bağımsız örgütler gelip burada hava ölçümü yaptılar ve Mersin’in havasının çok kirliği olduğunu kanıtladılar. Biz de önümüzdeki süreçte bu konuyla ilgili bir açıklama yapacağız.
“ELİMİZDE SİHİRLİ DEĞNEK YOK, SİZ DE MÜCADELE EDİN”
SORU: Sürekli bir anlatma, uyarma, ışık gösterme, yol gösterme halindesiniz. Peki, sizin halktan beklentileriniz neler?
S. ASLAN: Bizim beklentimiz şudur; Herkes yaşam hakkına sahip çıkmalı, bunun için de mücadele etmeli. Elimizde sihirli bir değnek yok. Bu mücadeleye herkesin katılması lazım. Çünkü yaşam hakkı tartışılamaz. Birileri, sırf para uğruna kendisi veya çocuklarının yaşamlarını feda ediyor. Küresel güçlere karşı hep birlikte mücadele etmeliyiz. Tehdit gerçekten çok büyük.
Bakın gıdada da bağımlıyız. Türkiye’de şu anda kullanılan tüm tohumlar hibrid tohumlar. Biz tohumumuzu ‘A’ ülkesinden almak zorunda bırakılıyoruz. A ülke, B ülke; Gelip dese ki ‘ben size tohum vermiyorum.’ Ne olacak? Veya dese ki ‘şu topraklarınızı bana verirseniz, ben size tohum veririm’ ne yapacağız? Yani bizi açlığa mahkum edecek bir yapı var. Ayrıca topraklarımızı hibrid tohumla yapılandırdılar ki, siz yerli tohum kullandığınızda, hibrid tohumun toprağa verdiği zarardan dolayı düşük verim alıyorsunuz.
Eğitim müfredatımız ezbere dayalı olduğu için çocuklarımız hayatı, çevreyi, dünyayı sorgulayamıyor. Eğer anne-baba bilinçli değilse, çocuğa gerekli eğitimi vermez ise, çocuklar eleştiremeyen bir eğitim sistemine maruz kalıyor. Dolayısıyla bu sistem, yukarıda anlattığımız türde bireyler üretiyor. Avrupa’da mantık, sosyoloji, felsefe, matematik eğitimin temelidir. Biz ise, mantık, sosyoloji ve felsefeyi bir kenara attık. Sonuçta böylesi sonuçlar çıkıyor. Avrupa’da insanlar niye böyle sorunlarla karşılaşmıyorlar? Çünkü Avrupa’da hayatlarına olumsuz bir olay yansıdığında insanlar, toplu olarak tepki veriyor. Böyle olunca da hükümetler veya yerel idareler önlem almak zorunda kalıyor.