Özellikle balık çiftlikleri yapımı ile gündeme gelen Dana Adası için “Dünyanın gözü burada” uyarısı yapan Yrd. Doç. Dr Hakan Öniz, adadaki bulguları çağın keşfi olarak tanımladı.
GİZEM EKİCİ
Adeta açık hava müzesi olan Mersin’in tarihi eserlerinin gün ışığına çıkartıldığı bilimsel çalışmaların kamuoyuyla buluşması adına İçel Sanat Kulübü’nce düzenlenen önemli etkinliklerden olan “22. Mersin Arkeoloji Günleri” tamamlandı. Açılışı ödül töreni ile başlayan 3 gün süreli, bilim insanlarının Mersin tarihini aydınlatan sunumları ile devam etti. Kulüpte düzenlenen ilk oturumda moderatörlüğü Prof. Dr. Mustafa Hamdi Sayar yaptı. Konya Selçuk Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr.Hakan Öniz, “Denizcilik Arkeolojisi ve Dana Adası”, Doç. Dr. Ümit Aydınoğlu, “Dağlık Kilikya’da Kırsal Yerleşim Araştırması”, Yrd. Doç. Dr. Deniz Kaplan, 2017 Yılı Tarsus Hinterlandı Yüzey Araştırmaları ve Okutman Murat Özyıldırım da, “Olba Kazısı 2017 Çalışmaları” ile ilgili sunumlar yaptılar.
ÜLKENİN İLK VE TEK SUALTI ARAŞTIRMA GEMİSİ MERSİN’İ KEŞFEDİYOR
İlk sunumu Selçuk Üniversitesi (SÜ) Sualtı Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Dr Hakan Öniz yaptı. Türkiye’de ilk kez sualtı arkeoloji araştırmaları alanında faaliyet gösteren gemisi olan Selçuk Üniversitesi Sualtı Kazı ve Araştırma Gemisi Selçuk-1 ile Mersin’de 3 yıldır çalışma yürüttüklerini söyleyen Öniz, yaptıkları çalışmalara dayanarak M.Ö. 5 binden itibaren, Tunç Çağı’ndan itibaren Mersin’in ve Silifke’nin denizciliğe konu olduğunu belirtti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın gözetiminde yürütülen çalışmalar hakkında da bilgi veren Dr Hakan Öniz, “Dünyada su altı arkeolojisi adına kullanılan her türlü teknoloji Selçuk 1 isimli gemimizde mevcuttur. 2011 ve 2015 yıllarında Antalya ve Mersin’de yaptığımız çalışmalarda 65 tane gemi batığı tespit edilmiştir” dedi.
DENİZ DİBİ ARAŞTIRMALARINA DOLGU ENGELİ
Mersin kıyılarında 2017’de Anamur dışında tüm kıyıları taradıklarını açıklayan Yrd. Doç. Dr Hakan Öniz, “Mersin’in merkez kıyısında geniş kapsamlı bir sondaj çalışması yaptık. Ancak denizin içindeki antik dönem dip yapısı dolgu ile kapandığı için antik malzeme bulmamız zorlaştı.Silifke, Gülnar, Aydıncık çevresinde 28 günde 18 gemi batığı tespit edebildik. Özellikle Gülnar’da; Akkuyu Nükleer Santrali’nin yapılmak istendiği bölgede önemli bulgular elde ettik. Anforalar başta olmak üzere, gemilerde kullanılan çok sayıda malzeme bulgularımız arasında. En çok taş çapa elde ettik ki bu da Tunç Çağı’nda insanların denizi çok net kullanıldığını göstermektedir” dedi.
Bu sene Prof. Dr. Remzi Yağcı başkanlığında Mezitli Belediyesinin desteği ile Soli’de de bir çalışma yaptıklarını aktaran Öniz, “Ancak Mersin körfezinin tamamı denizin içerisinde, görüş mesafesi ise 20-30 metreye kadar düşüyor. Su görüşü çok kötü. ancak buna rağmen antik Soli limanının normal bir mendireğe sahip olduğunu keşfettik. Bu oldukça önemli bir sonuçtur” dedi.
DANA ADASI’NDA OLAĞANÜSTÜ KEŞİF
Sunumunun büyük bölümünü günümüzde balık çiftlikleri yapılmak istenen Dana Adası’na ayıran Yrd. Doç. Dr Hakan Öniz, Mersin'in Silifke İlçesi Dana Adası’nın Türkiye için gurur kaynağı olduğunun altını çizerek,
Dana adasında son derece şaşırtıcı bulgulara ulaştıklarını söyleyen Öniz, şöyle devam etti “Bizi en çok heyecanlandıran Dana adası oldu. Adada Tunç Çağı malzemeleri bulduk. Sonra bir batık tespit ettik. Burada demir çağı malzemeleri tespit ettik. Adanın kıyısında, bugüne kadar bilinmeyen şuana kadar kazı yapmadan 276 çekek yeri bulduk. Biz 5 yıl, Aydıncık Kelenderis’te büyük ihtimalle M.Ö. 2-3. yüzyıla ait bir tek çekek yerinin kazısını yaptık. Bir tek çekek yeri için 15 araştırmacı 5 yıl boyunca araştırma yaptı. Burada 276 tane var. Bu son derece önemli bir rakam. Türkiye’de bilinen tersane çekek yeri sayısı 10’u geçmiyor ama burada olağanüstü bir kompleks ortaya çıktı.
Geçen yıldan buyana 7 uluslararası sempozyumda Dana Adası ile ilgili sunum yaptık ve tüm dünyadaki deniz arkeologlarının muazzam ilgisi ile karşılaştık. Duayenler böyle bir şeyi beklediklerini ve özelliklede Klikya’dan beklediklerini söylediler. 2016’daki çalışmalarımızda bu çekek yerlerini tamamının yerlerini çizdik. Bunların bir kısmı denizin ve depremlerin etkisi ile aşınmış durumda. Bir kısmının çok iz izini görebiliyoruz. Belirleyemediklerimiz de var ki bize göre tersanede daha çok çekek yeri var. 276 çekek yerinin aynı anda kullanıldığını söylemek zor ama her dönemde tersane olarak kullanıldığını söylemek mümkün. Aynı çekek yerinin birden fazla kullanıldığını tespit ettik.
ÇAĞLAR BOYU VAZGEÇİLMEZ OLMUŞ!
Dana Adası’nın tersane olarak seçilmesinde; güvenli olması baylıca etkendir. Askeri anlamda adadaki bir yapı karadaki bir yapıya göre daha güvenlidir. Adanın üzerinde olması muazzam bir güvenlik anlamına geliyor. En önemlisi de elbette sedir ağaçları kaynaklarına yakınlığı. Gemi yapımı için ihtiyaç duyulan sedir ağaçları değil tüm türler hem adanın üzerinde hem adanın karşısındaki Toroslar’da mevcut. Bir diğer önemli özelliği ise doğal yapısı. Bir geminin denizden karaya çekilmesi ve karaya bırakılması için gerekli tüm doğal şartlarda adada mevcuttur. Bir diğer önemi fırtınalara karşı korunaklı olması. Çok büyük fırtınalar dışında çok korunaklı aynı zamanda tüm Doğu Akdeniz’e hakim stratejik bir konumda bulunmakta. Bulgularımıza göre adanın tunç çağından itibaren stratejik bir önemi var. Tarihi kaynaklara göre adanın üzerinde 6 bin kişinin Babil krallığına direndiğini biliyoruz.
BİLİM İNSANLARININ GÖZÜ BURADA!
Adada yaptığımız kazılarda 10’dan fazla obsidyen malzeme ve erken dönem taş aletleri bulduk. Hocalarımız bu malzemelerin Neolitik ve Tunç Çağı’na kadar gittiğini söylüyorlar. Dana Adası’nın önemini zaman daha da ortaya koyacak. Doğu Akdeniz çalışan bilim insanları bu alana çok ilgili. Sizlerde göreceksiniz ki deniz kavimlerinin önemli bir bölümünün Anadolu halkları olduğu, hatta Büyük İskender’in ölümünden sonra bölgede yaptırılan tersane, Klikya Korsanlarının bin gemİ ile Yunanistan’a saldırması biliniyor. Adadaki buluntular ile ilgili Valiliğimiz sahil güvenliğe bildirimlerini yaptı. Bölge kontrol altında ama daha kapsamlı şeyler yapılabilir” dedi.
BALIK ÇİFTLİKLERİN EKARŞI VERİLEN REFLEKS MEMNUNİYET VERİCİ
Sunumunun ardından katılımcıların sorularını da yanıtlayan Yrd. Doç. Dr Hakan Öniz, balık çiftlikleri tartışmasının sorulması üzerine, “Mersin’deki sivil toplum kuruluşları balık çiftliklerine karşı inanılmaz hızlı reaksiyon veriyorlar. İçel Sanat Kulübü’nün de destekleri ile balık çiftliklerine karşı hareket çok olumlu bir şekilde ilerliyor” dedi.
KLİKYA GELECEĞE HAZIRLANIYOR
Daha sonra Mersin Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ümit Aydınoğlu, “Dağlık Kilikya’da Kırsal Yerleşim Araştırması” ile ilgili bilgiler sundu. Öncelikle Uzuncaburç Artik Kenti ile ilgili bilgiler veren Aydınoğlu, “Bölgede çiftlikler ve köyler çok fazla. Önemli iskan çalışmaları olmuş bu bölgede. Hemen hemen tüm yerleşim alanlarında kiliseler, zeytin yağı ve üzümden şarap yapmaya yönelik tesisler olduğunu gördük. Şuana kadar 72 kilise tespit ettik. Bu bölgelerdeki kiliselerin orta Bizans dönemine kadar kullanılmış olabileceğini düşünüyoruz. Sayı Köyü’nde 3 tane tomuzlu mezar bulduk. Ama bir tanesi çok ilginç. Araştırmalarımız sürüyor. Tarım yapılabilecek her alanın üzerine kırsal yerleşim konulmuş ve bu alanlar daha sonra Yörükler tarafından kullanılmış. Bazı örnekler o kadar görkemli ki beli Yörük mimarisi ayrıca ele alınmayı gerektirecek türden. Ayrıca Tapureli’nde sürdüğümüz çalışmalara bu yılda devam ettik çünkü bölgenin en büyük antik yerleşim yerlerinden biri. Hiç beklemediğimiz tarzda caddelerle sarılmış, yollarla çevrelenmiş bir yapı. İnanılmaz sayıda ayakta kalmış ev bu antik yereyimde yer alıyor. Buradaki evlerin hepsi iyi korunmuş örnekler. Arkeolojik yerleşimlerin kullanılabilirliği açısından ad çevre düzenleme çalışmaları sürdürüyoruz. Bunun bir örneği geçen yıl Kanlıdivan’e hayata geçirildi. Bu sene Akkale içinde benzeri bir çalışma başlattık. Dev sarnıçlar, bir deniz feneri, bir hamam ve anıt mezarın yer aldığı bu bölenin de kırsal yerler ile bağlantılı olduğunu düşünüyoruz. Bu alanda kurtarma kazıları yaptık. Bu büyük projeye çok ciddi destekler geldi. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, ÇKA, Erdemli Ticaret Odası ve Belediye ile Çevre Düzenleme, Restorasyon ve Sergi Projesi hazırlandı, gelecek yıl hayata geçirmeyi hedefliyoruz” diye konuştu
TARSUS TARİH FIŞKIRIYOR
Etkinlik MEÜ Yrd. Doç. Dr. Deniz Kaplan’ın, “2017 Yılı Tarsus Hinterlandı Yüzey Araştırmaları” ile devam etti. Özellikle Çavdarlı Mahallesi sınırları içindeki Keşbükü Köyü’nde yaptıkları çalışmalara değinen Kaplan, önemli bulgular elde ettiklerini açıkladı. “Söz konusu alanda yaptığımız alanda yaptığımız incelemeler açısından önemli çok sayıda eserler ele geçirilmiştir” diyen Kaplan, “Farklı yüzyıllara tarihlenen seramikler başta olma üzere, kaseler, kandil gibi parçalar bulunmuş olup bunlar M.Ö. 5. yüzyıla kadar tarihlenmektedir. Bölgede bulunan kaselerin en genç grubu Helenistik döneme aittir. Çok sayıda pişmiş toprak heykelcik de bulmamızın yanı sıra çoğunluğu erkek çocuk emziren kadın betimleridir. Bu heykellerde özellikle bir parça dikkat çekicidir ki; eserde Mısır etkileri göstermektedir. Boyut altından bacak hizasına kadar korunmuştur. Tüm bu özellikleri ile eser M.Ö. 6 yüzyıla tarihlendirilebilir. Son eser ise bizleri oldukça heyecanlandırmıştır. Malzemesi kireçtaşı olan baş figürlü bu eser Tarsus’un bilinen en erken heykeli olmaya adaydır. Geç arkaik dönemi 530-540’lara tarihlenebilir. Bu alanda arkeolojik bir kazı yapmak istiyoruz” diye konuştu.
TOPRAK ALTINDAKİ OLBA TİYATROSU GÜN YÜZÜNE ÇIKTI!
Son olarak MEÜ’den Okutman Murat Özyıldırım da, “Olba Kazısı 2017 Çalışmaları” ile ilgili bir sunum yaptı. Gazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Eren Ertem başkanlığında MEÜ ve Gazi Üniversitesi işbirliğinde gerçekleştirilen kazılar kapsamında özellikle toprak altında olan tiyatronun büyük kısmı gün yüzün çıkarttıklarını açıkladı. Roma dönemi tiyatrosunun sağındaki yolun kaldırılarak bu alanda da kazı yapılması için gerekli izinlerin de alındığını açıklayan Özyıldırım, “Kazılarda yüzeyden 2 metreye aşan bir derinliğe inilmiştir. Olba’nın kent merkezi olarak düşünülen alanda bir hamam yapısına ait kalıntılar ve sütunlu caddeyi gösteren arkeolojik veriler bulunmaktadır. Söz konusu alandaki yapılardan yola çıkılarak önümüzdeki yıllarda Roma imparatorluk dönemi arkeolojik bulgularına erişmek mümkün olacaktır. İnşası M.S 5. yüzyılda gerçekleşen ve kullanımı M.S 7. yüzyıla kadar süren manastır da gün yüzüne çıkmıştır. Oba Akropolisi için de sondaj çalışmaları yapılmış, erken Tunç Çağı’na ait önemli bulgulara ulaşılmıştır. M.Ö. 3 yüzyıla uzanan buluntular elde edilmiş olup, söz konusu buluntular akropoliste yerleşimin sürekliliğini ortaya koymuştur” şeklinde konuştu.
Sunumların adından oturum başkanı Prof. Dr. Mustafa Hamdi Sayar ve İçelSanat Kulübü Başkanı Sedat Aydöner, günün anısına sunum yapan konuşmacılara birer plaket hediye etti.