Hediye Eroğlu - Mehmet Nabi Batuk
TMMOB’nce bu yıl Adana’da 14-15-16 Aralık tarihlerinde düzenlenecek, “11. Enerji Sempozyumu” kapsamında Mersin’de, Elektrik Mühendisleri Odası Mersin Şubesi’nce, “Enerji Forumu” düzenlendi. Forumun açılış konuşmasını yapan TMMOB 11. Enerji Sempozyumu Düzenleme Kurulu Başkanı Nedim Bülent Damar mesleki konularda bilim ve teknolojiyi kılavuz alarak ülke ve halkın çıkarlarını gözeten çalışmalar içerisinde olduklarını, sempozyum ve forumunda bu kapsamda düzenlendiğini söyledi.
Damar, “Geçmiş 10 sempozyumda yapmış olduğumuz öneriler Türkiye’deki enerji politikasında çok faydalı politika değişikliğine neden olan olmuştur. Bir zamanlar ‘enerji olsun da ne şekilde olursa olsun, nereden gelirse gelsin’ diyen yetkililer şimdi artık ‘ülkemizi enerjide dışa bağımlılıktan kurtarmak bir zorunluluktur’ demek durumuna gelmişlerdir” dedi.
“DIŞA BAĞIMLILIĞIMIZ TEHLİKELİ BOYUTTA”
Forumun ilk konuşmacısı Olgun Sakarya oldu. Öncelikle; üretim, iletim ve dağıtımdaki arz güvenliğine yönelik bir sunum yapan Olgun Sakarya, Türkiye’nin kurulu gücünün Ekim ayı sonu itibariyle 82 bin megavat olduğunu söyledi. Ancak bu kadar kurulu güce rağmen ülkede kapsamlı elektrik kesintileri yaşandığına dikkat çeken Sakarya, “Çünkü dışa bağımlıyız! İthal kaynak bağımlılığımız had safhada. Bu arz güvenliği açısından ciddi bir tehlike ve tehdittir.
Bu konudaki bir başka önemli husus; kurulu gücün santrallerin mülkiyetinin artık çoğunluk olarak özel sektör elinde olmasıdır. Yani santrallerin yüzde 75’i özel sektörün elindedir. Bu ne demek? Yine üretime baktığımızda da; üretimin yüzde 83’ü özel sektör tarafından gerçekleştirilmektedir. Yani özel sektör şuanda; piyasaya hakim durumdadır” dedi.
“GECE ELEKTRİK TÜKETEN YÜZDE 20 ZAMMA MARUZ KALDI”
Tarifelere de değinen Sakarya, “2016 yılının başında tüm tarifelere yaklaşık yüzde 6-7 arasında zam geldi. O günden bugüne ise gelmedi. Biz zam geldi diyoruz ama bu başka türlü sübvanse edilerek sağlanıyor bu artışlar. Yani teşvik mekanizması olarak ortaya çıkarılan tarife üzerinden bile bir taraftan diğer tarafa kaynak aktarılan eneri politikaları uygulanıyor. Aynı apartmanda tek zamanlı elektrik tüketen yüzde 7 zamma, sözde teşvik amaçlı gece elektrik tüketen yüzde 20 zamma maruz kalıyor. Böyle bir eşitsizlik söz konusu!
Şirketler lehine izlenen politikalar bizi bu noktaya getirmiştir” diye konuştu.
“AKKUYU’DA BİR SANTRAL YAPILIR VE BİR KAZA OLURSA ÖNCE O BÖLGEDE YAŞAYAN İNSANLAR ÖLECEK”
Mersin Tabip Odası Başkanı Dr. Ful Uğurhan da, “Nükleer santralin insan sağlığı üzerine olumsuz etkileri” başlıklı bir sunum yaptı. Enerjinin mühendislerden çok doktorların meselesi olduğunu söyleyen Uğurhan, “Çernobil felaketi nedeniyle çocukluk çağında Ukrayna’da yaklaşık 8, Belarus’ta 30 kat, Rusya’da 44 kat troit kanseri arttı. Ayrıca; Radyasyon almış çocuklarda zeka geriliklerinin daha fazla olduğu, davranış bozukluklar ve duygusal sorunlarında artış olduğu en çok da radyasyon almış çocukların ebeveynlerinde sinirsel ve ruhsal bozuklukların sıklığı olduğu ortaya çıktı. Radyasyondan en çok etkilenen Ukrayna, Belarus ve Rusya’da 45 yaş altındaki kadınların kanser riski, az etkilenen bölgelere göre iki kat arttı. Akkuyu’da olurda bir santral yapılır ve bir kaza olursa önce o bölgede yaşayan insanlar ölecek. Gerçekten santraldeki temizlik işçileri ve güvenlik görevlilerinde sonrasında çok sayıda ölümler oluyor” dedi.
RADYASYON NEDEN TEHLİKELİ?
Radyasyonun neden tehlikeli olduğunu da anlatan Uğurhan, “Çünkü biz yaptığı etkiyi gözleyemiyoruz. İnsanlık ve bilim tarihi açısından yeni bir şey, riskini bilmiyoruz, denetleyemiyoruz. Etkisi azalacağına yıllar geçtikçe artıyor. Ülkemizde Çernobil felaketinden sonra 1990’lı yıllarda bütçenin yüzde 20’sini günümüzde de yüzde 5’ini Çernobil’in etkilerinin bertarafı için harcanıyor. Bizim felsefemiz; hastalıkların oluşmasını önlemek, hastalığı tedavi etmekten daha ekonomiktir. Ne Akkuyu’da ne ülkemizde ne de dünyanın bir başka erinde sağlık ve çevre açısından bu kadar büyük bir riski girilmemelidir. Nükleer fizikçi Hayrettin Kılıç, ‘bir fizikçi olarak siz hekimlere karşı mahcubum, bizim yarattığımız kötülükler ile siz mücadele etmek zorunda kalıyorsunuz’ dedi. Asla düşmeyecek uçak var mıdır? Asla patlamayacak bir nükleer santral var mıdır? Patlamayacaklarını iyi teknoloji olduklarını söylüyorlar ama biz biliyoruz bu risk göze almaya değmez!” dedi.
HUKUKİ NÜKLEER DÜZENLEMELER EKSİK
Mersin Nükleer karşıtı Platform Dönem Sözcüsü avukat Alpay Antmen de, “Nükleer Santrallerde Hukuksal Süreç ve Akkuyu Nükleer Santrali” başlıklı bir sunum yaptı.
“Çevre salt o bölgede yaşayan insanların değil, tüm insanlığın ortak varlığıdır” diyen Antmen, nükleer santrallerin, çevre ve insanlar üzerinde yaratabileceği olumsuz etkiler göz önünde bulundurulduğunda çok fazla risk içermesi sebebiyle ileride pek çok hukuki soruna yol açabileceğini vurguladı.
Dünyada nükleer enerjiyi kullanmakta olan pek çok ülkenin, hukukunda buna dair düzenlemeler gerçekleştirdiğinin altını çizen Antmen, “Ülkemiz açısındansa henüz böyle bir özel düzenleme mevcut değildir. Ancak ne kadar bir çok hukuki düzenleme yapılsa , ne kadar çok önlem alınmaya çalışılsa da bunların hiç biri Nükleer Santrallerin riskini ve çevreye verdiği zararı azaltmaya yetmeyecektir” diye konuştu.
Akkuyu Nükleer Santrali’nde gelinen süreci de anlatan Alpay Antmen, santral ile ilgili pek çok dava açıldığını ve bir çoğunun halen devam ettiğini kaydetti. Santralin kurulumu için hazırlıkların hızlandığını bu nedenle yürütülen hukuki mücadelenin büyük önem taşıdığını aktaran Antmen, “Nükleer santral inşasının hukukumuza uygun olmadığını gösteren en önemli kanıt santralin yargısal denetimden kaçırılmak amacıyla devletlerarası anlaşma ile yapılmasıdır.
Nükleer santrallerin başta anayasamızın 56. maddesinde yer alan ve insanların sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını koruyan maddesine aykırı olduğu aşikardır.
Bu hale göre santralin çevreye vereceği zararın sağlık ve ekonomik boyutlarının göz ardı edilmesi bu işlemlere onay/lisans/izin veren bürokratların eylem ve işlemleri görevi kötüye kullanma suçlamasına konu olabilecektir” dedi.
“22 KASIM’DAKİ ÇED OLUMLU RAPORU İPTAL DAVASI İÇİN KENETLENELİM”
Hali hazırda devam eden ÇED olumlu Raporunun iptali davasının ise son derce büyük önem taşıdığını dile getiren Alpay Antmen, kenetlenme çağrısı yaparak “Hukukun gerçek anlamda uygulanması sadece maddelerde yazılı olan prosedürlerin tek tek yapılması değil, maddelerin taşıdığı amaca uygun hareket edilmesini zorunlu kılar.
Akkuyu için yürütülen ÇED raporu hazırlama çalışmalarına ve bu raporların denetlenme şekillerine bakıldığında ciddi bir sorunla karşı karşıya kaldığımız aşikardır. Hükümetin, bakanların doğrudan desteklerini belirttikleri ve her şekilde yapılması için açıkça uğraş verdikleri nükleer santral inşasında denetleyen bürokratın aykırı bulduğu hususları ne kadar ve ne ölçüde açıklayabileceği ortadadır.
İşte bu nedenle Danıştay’da 22 Kasım da duruşması görülecek ÇED olumlu raporunun iptali davası büyük önem taşımaktadır. Bana göre Danıştay tarafından ÇED olumlu raporunun iptali gerekmektedir. Davada alınan bilirkişi raporu ise son derece vahimdir.
Bilirkişi raporunun geneli üzerine bir değerlendirmede yaptığımızda; 15 kişilik bilirkişi heyetinin mahkeme heyetinin sorularının çoğunu yanıtsız bıraktığını, ÇED Raporunda görülen birçok eksiklik için de nasıl düzeltileceği yönde tavsiyelerde bulunmaya çalışıldığını görüyoruz.
Ayrıca Çevre Kanunu ile denetim yetkisinin kimlere devredebileceği açıkça belirlenmiş olmasına rağmen, Akkuyu’nun denetleme yetkisinin bakanlıkça özel kuruluşlara devri hukuka aykırıdır” şeklinde konuştu.
“RUSYA İLE YAPILAN ANLAŞMA ULUSAL ÇIKARLARIMIZA UYGUN DEĞİL”
Rusya ile yapılan anlaşmayı da değerlendiren Antmen, şunları söyledi; “Bu anlaşma ulusal çıkarlarımıza uygun değildir. Anlaşmanın temel olarak iddianın aksine enerji arz güvenliği veya nükleer teknolojinin ülkemize yerleşmesi için değil ne pahasına olursa olsun nükleer santralin inşası için yapıldığı görülmektedir.
Sözleşmede nükleer atıkların nihai depolama alanının Türkiye’de olmayacağına dair hiç bir hüküm olmadığı gibi önceki işlemlerde de yer alan nihai depolama alanlarının oluşturulması için getirilen İşletmeden Çıkarma Hesabı ve Ulusal Radyoaktif Hesabı isimli iki bütçenin aynen korunduğu bellidir.
Satın alma garantileri ise, genellikle bir yatırımın kolaylaştırılması, bir teknolojinin nakli ve işletilmesi istenen bir tesisin kurulumunu rahatlatmak amacıyla devlet tarafından gerçekleştirilen bir destektir. HES, RES ve diğer termik santrallere de verilmektedir.
Nükleer enerjide ise, santralin Türk devletinin malı olmaması ve ciddi tepkiler nedeniyle inşasına ve işletmesine hazine garantisi verilememektedir. Bunun yerine alım garantisi verilmiş ve anlaşmanın 10. maddesinde uzun uzadıya düzenlendiği şekilde alım garantisi için belirlenen rakamın içine tüm inşa, işletme vs. santrali kuracak şirketin tüm masrafları hatta olası masrafları dâhil edilmiştir. Bu şekilde şirket ilk yatırım maliyetini kendisi yapacak ve 15 yıl çalıştırdıktan sonra yapmış olduğu yatırımı geri kazanacaktır.
Günümüzde nükleer santrallerin inşası ve işletmesi için fon temin edilemediği düşünüldüğünde (zira aşırı riskli yatırımlar olarak kabul edilmektedir) Rus devletinin sahibi olduğu iki şirket aracılığıyla ülkemizde inşa edeceği santrallerin yatırım ve işletme giderlerini dünyada hiç bir finans kuruluşunun sunmayacağı koşullarda 15 yıl içinde tamamen karşılayacağı görülmektedir.
Rusların Bulgaristan Belene örneğinde yaşadıkları düşünüldüğünde bu koşullardan daha iyi bir finansmanı bulamayacağı açıktır.
Deprem bölgesi olduğu, jeolojik yapının nükleer santrale uygun olmadığı söylenen ve yer lisansını 40 yıl önce almış bir alanda yapılmak istenen santral de eğer bir tabi afet nedeniyle kaza gerçekleşirse bunun mali yükü tümüyle üzerimize kalacaktır.
Anlaşmada çevre koruma adına hiç bir hüküm yer almamaktadır.
Anlaşmanın bu niteliği ile muhafaza edilmesi ve santralin inşa edilmesi halinde ülkemiz için çevre kirliliği, ekonomik sıkıntı ve enerji bağımlılığı konusunda bugünleri arar hale getirecek denli tehlikeli bir anlaşmadır
Nükleer santral inşasının gerekçelerinden birini enerji üretim çeşitliliği ve enerji bağımsızlığı oluşturmaktadır. Nükleer santral gerçekten enerji üretim çeşitliliği getirecektir. Çünkü ülkemizde daha önce hiç kurulmamış, kullanılmamıştır.
Ancak sorun enerji bağımsızlığıdır.Şöyle ki, halihazırda petrol ve doğalgaz alanında Rusya’ya bağımlı durumdayız. Bu doğalgazın küçümsenemez bir bölümü Doğalgaz ile çalışan elektrik santrallerinde kullanılmaktadır. Bunun yanında elektrik üretimi alanındaki en önemli yatırımımızı da Rusya ile yapmaktayız. İleride devletlerarası bir sıkıntı olduğunda Rusya’nın ülkemizi karanlığa gömmesi ve sanayimizi durma noktasına getirmesi hiçte küçümsenecek bir olasılık değildir.
Anlaşmada göz boyayacak şekilde santralin işleten Rus şirketi tarafından sigorta ettirileceği düzenlenmektedir. Ancak sigorta primlerinin elektrik birim fiyatına eklendiği yani sigorta prim bedellerinin halkımızın cebinden çıkacağı aşikardır.
Deprem bölgesi olduğu, jeolojik yapının nükleer santrale uygun olmadığı söylenen ve yer lisansını 40 yıl önce almış bir alanda yapılmak istenen santral de eğer bir tabi afet nedeniyle kaza gerçekleşirse bunun mali yükü tümüyle üzerimize kalacaktır.
Böylesi bir durum oluşmadan kaza meydana gelmesi halinde ise işleten şirketin sorumluluğu 700 milyon EURO ile sınırlıdır. Nükleer kazalarda bu sınırın oldukça yetersiz olduğu herkes tarafından kabul edilmiştir.
Ancak nükleer santraller gibi tehlikeli bir tesisin sigortalanmasını ancak bu gibi sınırlarla kabul eden sigorta şirketleri karşısında şu an için yapılabilecek bir şey bulunmamaktadır.
Sonuç olarak; nükleer santral, harcanacak paraların büyüklüğü nedeniyle hiçbir aksilik olmasa bile ekonomik bir felaket olarak ülkemize zarar verecektir”
HALKIN DİRENİŞİ İLE BAZI FİRMALAR ÇALIŞMALARINI DURDURDU
Mersin Çevre ve Doğa Derneği (MERÇED) adına sunum yapan Serdar Erkan ise ‘Bölgesel Hidroelektrik ve Termik Santrallere Bakış’ konusunu ele aldı. Erkan, “Mersin’de şuan 6 termik santral ve 2 hidroelektrik santrali bulunuyor. Ayrıca 7 tane santral de yapım aşamasında ki bunlardan biri de nükleer santral.
Proje ve ÇED aşamasında ise Mersin-Adana Bölgesi Çevre Düzeni Planı’na baktığımızda özellikle Mersin’de 13 santral görünüyor. Bunlardan 3 tanesi ÇED alma aşamasında. Bölgede derneğimizin sergilediği direniş bazı firmaların ÇED süreçlerini durdurdu. Halkın direnişi çok önemli. İnanlar, bankalar, finansörler buna bakıyor. Cumhurbaşkanının ajandasının en önemli gündem maddelerinden biri ise Akkuyu, Seçim öncesi Akkuyu’da temel atmaya ihtiyaçları var. Seçim öncesi büyük bir heyecan yaratılarak Mersin teslim alınmak istenecek bu anlamda direniş önemli. Çünkü Rusya finansman sıkıntısı nedeniyle ortak arayışında. Ortak olarak Katar’da sermaye aranıyor. TMMOB ve Barolar Birliği’nin burada çok ciddi bir ses çıkarması gerekiyor” dedi.
Söz konusu enerji yatırımlarının Akdeniz’e vuracağı darbeye de değinen Erkan, “Bölgeye has 33 endemik bitki bulunmaktadır. Biz Mersin olarak bir şirket para kazanacak diye Akdeniz’i feda ediyoruz! Peki geriye ne alıyoruz? Hastalık ve ömür boyu risk! Bir şeyi yaparken ne verip, ne aldığınız çok önemli. Halkı kandırmak için şu işsizlik ortamında hep istihdamı önümüze koyuyorlar ama bir süre sonra orada işçi kalmayacak ve topraklarımızdan da olacağız” dedi.
“İNSANLAR KANDIRILIYOR”
Termik santrallerin çevreye vereceği zarara da vurgu yapan Serdar Erkan konuşmasını şöyle sürdürdü, “Termik santrallerin en önemli çevre etkileri de soğutma suyu ile ilgilidir. Termik santrallerde deniz suyu tuzlu olduğu için arıtması maliyetleri oluyor bu nedenle suyu derin kuyulardan alınıyor. Bir süre sonra o bölgedeki içme suyu acı hale geliyor ve tarımsal sulama için de su bulamıyorsunuz. Ayrıca termik santrallerin bacasından çıkıp havya salınan kükürt de tarıma büyük darbe vuruyor. Biz bir tarım bölgesiyiz ve bu bölgeye 13 termik santralin yapılması halinde tarım bitecek.
Termik santrallerin insan sağlığına da zararları var. Özellikle Elbistan’da her evde akciğer kanseri rahatsızlığı olan bir insanla karşılaşmanız mümkün.
Yine kül atıklarının depolanması için de yine bir araziyi feda etmemiz gerekiyor.
Ortaya çıkan ürünün taşınması ile ortaya çıkan kül tozu, getirdiği karbon salınımı, trafikte bölgeye darbe vuruyor. Enerjiyi reddedemeyiz ama sonuçları bilerek ve denetim mekanizmalarını hayata geçirerek bunu da hukukla koruma altına almalıyız.
Önemli olan halkın doğru bilgilendirilmesi ki bu anlamda çok ciddi eksiklikler var. Özellikle Anayasa’nın 56’ıncı maddesi bizim en önemli güvencemiz çünkü hem devleti hem vatandaşı yükümlü kılıyor”.