Eğitim-İş Mersin Şube başkanı Hakan Boyar yaptığı yazılı açıklama ile 2017-2018 eğitim-öğretim yılı 1. yarıyıl dönemini değerlendirdi. AKP iktidarı döneminde eğitimin, siyasal iktidarın egemen ideolojisinin önemli bir bileşeni haline getirilerek en fazla yıpratılan alan olduğunu söyleyen Boyar, 2017-2018 eğitim öğretim yılının Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sistemi (TEOG) tartışmalarının gölgesinde başladığını hatırlattı. TEOG’un Cumhurbaşkanının talimatı ile kaldırıldığının altını çizen Boyar, yeni sistemde, öğrencilerin yüzde 90’ı için adrese dayalı kayıt sistemi öngörülürken, öğrencilerin sadece yüzde 10’unun, Bakan’ın tabiriyle ‘nitelikli’ okullara gidebildiğini kaydetti. Boyar, “Yani öğrencilerin büyük bir bölümü, imam hatiplere, meslek liseleri ve açık liseye yönlendirilecektir. Herhangi bir bilimsel çalışma, altyapı hazırlığı olmadan alelacele kaldırılan TEOG’un yerine getirilen ve birkaç kez değişiklik yapılan sistem, bakanlık tarafından beceriksizliklerini ilan edercesine hala revize edilmeye çalışılmaktadır. Görünen o ki, Milli Eğitim Bakanlığı karar verme yetisini kaybetmiştir. Bir kişi dilek ve temennileriyle MEB'in kararlarını, planlarını değiştirmekte eğitimi yaz-boz tahtasına kolayca çevirebilmektedir. TEOG’un kaldırılmasının ardından yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla üniversiteye geçiş sistemi, “Ben yaptım oldu” mantığıyla değiştirilmiştir. Yedi yıldır uygulanan YGS ve LYS kaldırılmış, yerine Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) getirilmiştir. Ancak sisteme ilişkin belirsizlikler hala giderilememiştir” cümlelerini kullandı.
“EĞİTİMDE DİNSELLEŞME ARTIYOR”
Eğitimin AKP iktidarı döneminde en fazla yıpratılan alan olduğunu vurgulayan Boyar, eğitim alanının hükümetin kendi ideolojik amaçları doğrultusunda şekillendirmeye çalışıldığını kaydederek şu cümlelere yer verdi: “Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2017-2019 yatırım planına göre fen liselerine 109.6 milyon lira bütçe ayrılırken imam hatip okullarına 1.7 milyar lira ayrılması, iktidarın önceliğini gözler önüne sermektedir. Bu rakamlar 1 fen lisesine karşılık 17 imam hatip lisesi kurulacağı anlamına gelmektedir. Birçok imam hatip ortaokulu ve imam hatip lisesinde kız ve erkek öğrencilerin sınıfları ayrılmış yani karma eğitime son verilmiştir. Bazı okullarda sınıfların ayrılması yetmemiş, kız ve erkek öğrencilerin koridorları dahi ayrılmış, gerekçe olarak da “veliler böyle istiyor” bahanesinin arkasına sığınılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı ulusal eğitimden uzaklaşmış, başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, iktidara yakın dini kurum ve vakıflarla protokoller imzalanmıştır. Böylece TÜRGEV ve Ensar Vakfı başta olmak üzere, Hizmet Vakfı, Hayrat Vakfı, İHH, Furkan Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti gibi dini vakıfların, devlet okullarında “değerler eğitimi” adı altında ders ve seminerler vermeleri, bağış toplamaları, dini içerikli yayınları dağıtmaları sağlanmıştır. Bu uygulamalarda görev yapan vakıf, dernek ya da Diyanet İşleri Başkanlığı görevlilerinin büyük bir çoğunluğunun pedagojik formasyonu olmayan, öğretmenlik yeterliliğinden yoksun kişilerden oluştuğu da bilinmektedir. Okullarda Kuran kursu açılması, toplu namaz, sabah namazında buluşma etkinlikleri gibi faaliyetlere Bakanlığın izin vermesi, yerelde idarecilerin teşvik niteliğinde çalışmalar başlatmalarına neden olmuştur. Mülki amirliklerce ya da milli eğitim müdürlüklerince, Ev ziyaretleri, Koçluk sistemi, Danışmanlık sistemi gibi hukuki alt yapısı olmayan projeler uygulamaya konulmuştur. Bilimsel verilere ya da çalışmaya dayanmayan bu projeler Bakanlığı adeta proje çöplüğü haline dönüştürmüştür. MEB’in, bilimsel, çağdaş ve laik eğitim karşıtı, Atatürk ilke ve devrimleri ile Cumhuriyetin ve Devrim Kanunlarının temel ilkelerine aykırı düşünce ve faaliyetleri ile bilinen bu tür vakıflarla işbirliğine gitmesi, ulusal ve laik eğitimin içini boşaltma çabalarının bir örneği olmuştur. Kamu kreşleri teker teker kapatılırken, Diyanet’in açtığı kreşlerde 4-6 yaş arası çocuklara dini eğitim verilmesi yine sıbyan mektebi adı altında dini eğitim veren Kuran kursu kreşlerinin açılması gibi uygulamalar MEB’in Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve tarikatların güdümüne girdiğinin bir diğer göstergesi olmuştur”
“BÜTÇEDEN YİNE EĞİTİME PAY YOK”
Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin, okul, derslik, öğretmen ihtiyacı ve altyapı sorunlarına rağmen 2018 yılı için 92 milyar 529 milyon TL olarak belirlendiğini sözlerine ekleyen Boyar, “Bütçeden Milli Eğitim Bakanlığı’na ayrılan bu miktar, eğitimin temel ihtiyaçlarını karşılamaktan ve eksiklikleri gidermekten oldukça uzaktır. Yıllardır eğitime en çok pay ayırdığını iddia eden AKP Hükümeti, 2018 yılı için de sadece zorunlu harcamaları karşılayan bir bütçe hazırlamıştır. MEB bütçesinin yüzde 69’u personel giderleri, yüzde 11’i sosyal güvenlik devlet primi giderleri olmak üzere, toplamda yüzde 80’i doğrudan doğruya personel harcamaları için kullanılmaktadır. Eğitim bütçesi yıllar içinde rakamsal olarak artıyor gibi görünse de personel giderlerinin bütçenin %80’ini kapsaması, eşit ve adil eğitim imkânına erişmeyi engelleyecek önemli bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır. Milli Eğitim Bakanı eğitime ayrılan bütçenin çok fazla arttırıldığını söylese de, önceki yıla göre MEB bütçesinin Merkezi Yönetim Bütçesi içerisindeki payının %7,96, GSYH’ye oranının ise %4,28 oranında azaldığı görülmektedir. OECD ülkelerinde milli gelirin ortalama yüzde 6’sı eğitime ayrılmaktadır. Bu haliyle Türkiye, 2018 yılında da milli eğitime ayırdığı bütçe açısından OECD ülkelerinin gerisinde kalmış, eğitime en az pay ayıran ülkeler arasında yer almaktan kendini kurtaramamıştır. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay % 17,18 iken, 2018 yılı itibariyle bu oranın % 8,36’ya geriletilmesi öngörülmüştür. Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden yatırımlara ayrılan pay AKP iktidarı döneminde sürekli azalma eğilimi göstermiştir. Eğitim yatırımlarına ayrılan pay AKP’nin gerçek eğitim politikasını ortaya koymaktadır. Son 15 yılda özel okullara sürekli destek verilirken, devlet okulları kendi sorunları ile baş başa bırakılmıştır” diye belirtti.
“PDR YÖNETMELİĞİ BİLİMSELLİKTEN UZAK BİR ŞEKİLDE DEĞİŞTİRİLDİ”
10 Kasım 2017 tarihinde yayımlanan MEB Rehberlik Hizmetleri Yönetmeliği ile okullarda Psikolojik Danışmanlık hizmetlerinin kaldırıldığını, içeriği tamamen bilimsel gerçeklerden uzak bir düzenleme yapıldığını kaydeden Boyar, şunları söyledi: “Rehber öğretmenlere görevleri ile bağdaşması mümkün olmayan belleticilik ve nöbet görevi dayatılmıştır. Bugüne kadar çocuklarımızın maruz kaldığı şiddet, istismar, aile içi sorunlar gibi konularda yaşanan psikolojik travma niteliğindeki adli ve idari olayların ortaya çıkarılması noktasında yararlandığımız danışma hizmeti okullarımızdan kaldırılmıştır ve çocuklarımız Diyanet’in görevlendirdiği “manevi rehber”lerin eline teslim edilmiştir. Diyanet’in ilk kez 2016 yılında 43 ilde 83 personel ile pilot proje olarak başlattığı Kredi ve Yurtlar Kurumu’na (KYK) ait ‘yurtlarda manevi rehberlik’ uygulaması, bu eğitim öğretim yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü ile Gençlik ve Spor Bakanlığı arasında imzalanan işbirliği protokolüyle tüm illere yayıldı. Manevi rehberliğe dair illerde yaşanan örnekler, çocuklarımızın, sorunlara bilimsel yaklaşan uzman eğitimciler yerine kimlere emanet edilmek istendiğinin göstergesi olmuştur. Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bir uzmanlık alanıdır, bilimsellikten uzak bir anlayışla yapılamaz. Bu görev, vasıfsız insanlara emanet edilemez. KYK’larda genelleştirilen “manevi rehberlik” uygulaması ile tüm devlet okullarında geçişin alt yapısı oluşturulmak istenmektedir. Eğitim-İş olarak buna asla geçit vermeyeceğiz” diye konuştu.
“ÖĞRETMENLER GEÇİM SIKINTISI VE MESLEĞE OLAN SAYGINLIĞIN AZALMASINDAN ŞİKAYETÇİ”
Öğretmenlerin seçim sıkıntısı ve mesleğe olan saygınlığın azalmasından şikayetçi olduğunu sözlerine ekleyen Boyar, şunları söyledi: “Eğitim-İş’in, 26 ilde 906 öğretmenle yüz yüze görüşerek yaptığı “Öğretmenlerin Ekonomik, Mesleki ve Sosyal Durumlarına İlişkin Öğretmen Görüşleri” adlı araştırma sonuçlarına göre öğretmenler en çok geçim sıkıntısından, mesleklerine olan saygınlığın azalmasından şikayetçi. Araştırmaya katılan öğretmenlerin yüzde 77’si öğretmenliğin saygın bir meslek olma özelliğini kaybettiğini belirtirken, yüzde 75’i daha çok para kazanacağı bir iş imkanı olduğunda öğretmenliği bırakmayı düşünüyor.
Araştırmaya göre, öğretmenlerin yüzde 44’ünün ikiden fazla kredi kartı kullanıyor ancak yüzde 24’ü kredi kartının sadece asgari borcunu ödeyebiliyor. Öğretmenlerin yüzde 23’ü şahıslara borcu olduğunu belirtirken, yüzde 36’sı ise annesinden ve babasından maddi destek alıyor. Her 5 öğretmenden biri ek iş yapıyor. Öğretmenlerin yüzde 80’inden fazlası gelir yetersizliği nedeniyle sorunlar yaşıyor, yüzde 79’u mesleğine motive olmakta zorlanıyor.
Araştırma sonuçları öğretmenlerin yüzde 91’inin Milli Eğitim Bakanlığı’nın çalışmalarını nitelikli bulmadığını da ortaya koydu. Öğretmenlerin yüzde 85’i liselere giriş sınavı ile ilgili, yüzde 77’si üniversite giriş sınavı ile ilgili yapılan değişiklikleri olumsuz bulduğunu ve onaylamadığını belirtti. Araştırmamızın sonuçları öğretmenlerin ekonomik, mesleki ve sosyal açıdan çok zor günler geçirdiğini ortaya net olarak koymuştur. Yoksulluk sınırının yarısından az maaş alan öğretmenlerin, bu maaşla ailelerinin ve kendilerinin temel ihtiyaçlarını karşılamalarına imkan yoktur. Öncelikli olarak öğretmenlere insanca yaşayabileceği bir ücret ödenmelidir” diyerek sözlerini sonlandırdı.