GİZEM EKİCİ
Mersin Sosyal Demokrasi Derneği ve Friedrich Ebert Vakfı tarafından “Çocuk ve Göç” konulu panel düzenlendi. Mersin Yenişehir Atatürk Kültür Merkezi’nde, gerçekleştirilen panele; Başkent Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Bülent İlik, Sokak Çocukları Derneği Başkanı Sabahat Arslan, Maya Derneği Gönüllüsü Bediz Yıldız konuşmacı olarak katıldı.
“GÖÇE YABANCI BİR TOPLUM DEĞİLİZ”
Panelin ilk konuşmasını gerçekleştiren Dr. Bülent İlik, savaşlar, terör, şiddet ve istem dışı göçlerin afete neden olduğunu söyledi. Suriye sorununun da afet içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini belirten İlik, “Göçe yabancı bir toplum değiliz. Göç olgusunu hep yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. 82 milyon nüfuzlu bir ülkeyiz bunun 23 milyonu çocuk. Ama ben ezber bozarak söylüyorum biz 87 milyon nüfustayız ve bunun 25 milyonu çocuk. Çünkü Türkiye’de 8 yıla yayılmış süreçte birlikte yaşadığımız 5 milyon mültecimiz var bunun 2 milyonu çocuk. Bu 2 milyonunda 430 bini Türkiye’de doğan çocuk. Yani nüfusumuz çocuk sayısı Yunanistan ve Hollanda’nın nüfusundan fazla. 15-17 yaş aralığındaki çocuklarımızın yüzde 20,8’i çalışıyor.” dedi.
“ÇALIŞMA YAŞI 15’DEN BAŞLATILIYOR”
11 Ekim Dünya Kız Çocukları Gününe vurgu yapan Dr. İlik, “Kız çocukları ile ilgili duyarlılığın artması için pek çok çalışma yapılıyor. Türkiye Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni kabul etmiş bir ülke ve bu sözleşmede 18 yaşından küçük herkesi çocuk kabul eden bir ibare var. Ama Türkiye’nin ciddi kurumlarından biri olan Türkiye İstatistik Kurumu’nun bir verisi var. Bu veride 15 ve üstü yaşı çalışma yaşı olarak anlatıyorlar. Örgün eğitimin süresi 4+4+4, yani 18 yaşına kadar zorunlu eğitim var. Devletin bir tarafı bunu söylerken diğer taraftan çalışma yaşını 15’den başlatıyor. Ciddi bir çelişki söz konusu. Tabi burada çıkan sonucun esas sebebi yoksulluk. Yoksulluk yoksulluğu doğuruyor. Yeni aile düzeni daha yoksul bir aile yapısını oluşturuyor. Eskide bu döngüyü kırabilme şansımız vardı. Buradaki kişilerin birçoğu bu döngüyü kırabilmiş kişiler. Artık bunu kıracak bir şansın yok. Eskiden memur olabilme, sanayide çalışabilme durumun oluyordu. Artık kamuda da, sanayide de ücretler o kadar düştü ki yoksulluk çalışsan da geçmiyor. Artık şehirlerde tampon bölgelerde kalmadı. Ben Mersin’e gelirim gecekondu yaparım yaşarım diyemiyorsunuz. Bunun için yeni yoksul aile umutları tükenmiş, çok daha marjinal durumlara açık hale gelen aileler demektir. Umut olmadan demokrasi, umut olmadan gelişme ve kalkınma olmaz.” diyerek konuşmasını sonlandırdı.
“SURİYELİLERE MÜLTECİ STATÜSÜ VERİLMİYOR”
Maya Derneği Gönüllüsü Bediz Yılmaz ise, Türkiye’nin Suriyelileri mülteci statüsünde kabul etmediğini söyledi. Göç konusunun ağır ve acil çözüm bekleyen bir konu olduğunu belirten Yılmaz, “Bu konuda iç karartmayan bir şey söylemek çok zor. Ağır konular ve acil çözüm isteyen konular. Mülteci kelimesinin üzerinde bir çizgi var. Bunu bilerek oraya yerleştirdim. Çünkü Türkiye’deki Suriyelilerin aslında mültecidir fakat Türkiye onlara mülteci statüsünü vermiyor. Türkiye mültecilerin statülerini belirleyen Cenevre Anlaşması’na bir sınırlama getirmiş durumda ve kabaca doğudan gelen göçmene hiçbir statü vermiyor, sadece batıdan gelenlere veriyor. Türkiye Suriyelilere kadar sadece batıya geçiş için kullanılan bir yol olarak görünüyordu. Bu kitlesel göç ile kalış meselesini ortaya getirdi. Bu yüzden de Türkiye başka bir düzenleme yapmak zorunda kaldı buda geçici koruma rejimi oldu. Evet, Adalet ve Kalkınma Partisi insanlık adına ciddi bir yardım yaparak kapıları açtı. Ancak mülteci statüsünün kullanılmaması sığınmacıları bir piyon haline getiriyor. Yani bugün hemen bu akşam bir karar alınabilir ve bütün mülteciler sınırda yapılacak bir tampon bölgeye yığılsın gibi bir karar verilebilir. Yani önü tamamen açık bir kararlar silsilesi yapılabilir. Bu kararsızlık hem ev sahibi halk için hem de mülteciler için olumsuz sonuçlar doğurabilir. Dediğim gibi devlet bir günde sınır dışı da edilebilir, hepsine bir günde vatandaşlıkta verebilir. Tamamen keyfine kalmış bir durum oluyor ortada. Gün içindeki iç ve dış politikaya göre şekillenebiliyor. Onların mültecilik hakkı için uğraşmamız gerekiyor. Çünkü mültecilik hakkı onlara da bize de bütün bu dediğim risklerden bağımsız bir alan açacak” diye konuştu.
“KAYIP NESİL”
Savaşların en çok kaybedeninin önce çocuklar ve sonra kadınlar olduğunu kaydeden Yılmaz, “Çocuklar başta ölüm olmakla birlikte çok ciddi kayıplarla karşı karşıya kalabiliyorlar. Bugün Türkiye’de bulunan çocuklar; çocuk yaşta evlilikler, ikinci eş olarak evlendirilme, cinsel istismar, seks işçiliği, çocuk işçiliği gibi meselelerle karşılaştıkları veya bir gün karşılaşacakları bir gerçek. Çocuk işçi konusu zaten Türkiye’nin büyük bir sorunuydu fakat kitlesel göç ile birlikte çok küçük yaşlarda çocuklar tarımda, konfeksiyonda veya sanayide çalıştırılıyor. Kayıp nesil kavramı burada gerçekten telaffuz edilmesi gereken bir kavram. Belki hepsi fuhuş içerisine itilmeyecek ama o derece uç noktaya gelinmese de karşımıza çıkan nüfus hiç okula gitmemiş, zaten travma geçirmiş ve çocuk yaştan itibaren iş yaşamına girdiği için ayrı bir travma geçirmiş olacak. Dolayısıyla bugün düşündüğümüz her şeyin 20-30 yıl sonrasını düşünmemiz gerekiyor. İş kazalarına baktığımızda ise çok sayıda çocuğun hayatını kaybettiğini, bunların bir kısmının mülteci çocuk olduğunu görüyoruz. Ankara İş Sağlığı ve İşçi Güvenliği Meclisi bu konuda çalışmalar yapmışlar ve 2018 raporunda en çok hayatını kaybetme oranının tarım sektöründe olduğunu söylemişler. Haberlerden örnek verecek olursam tarım sektöründe çalışan bir çocuk gübre çukuruna düşerek ölüyor. Kayıt dışı çalışan bir çocuk çünkü belli bir yaşın altında zaten kayıt mümkün değil, mülteci ve çocuksa hiç mümkün olmuyor bu kayıtlar” şeklinde konuştu.
“ÇARPIK KENTLEŞME ÇOCUKLARIN YAŞAM ALANLARINI DARALTIYOR”
2000 yılından itibaren Sokak Çocukları Derneği ile çocuk işçiliği ve sokakta yaşayan çocuklarla ilgili ciddi çalışmaları olduğuna değinen Sokak Çocukları Derneği Başkanı Sabahat Arslan ise şunları söyledi. “Göçün yaratmış olduğu çok ciddi bir çarpık kentleşme ve çevre sorunu var. Ama bu sorunlardan en çok çocuklar zarar görmekte. Tabii yoğun göçün yapılmış olduğu kentlerde ciddi sorunlar meydana gelmekte. Bu sorunların en başında yoksulluk ardından da çarpık kentleşme geliyor. Çünkü çarpık kentleşmenin çocuklara yaptığı etki çok ciddidir.
Çarpık kentleşme sebebiyle çocukların yaşam alanları çok daraltılmış durumda. Artık çocuklar sokakta oynayamıyor, oynayacak oyun bahçesi bulamıyor. Kentlerde yeşil alan kalmadı artık hava kirliliği var, araç sayısı arttı ve her alan yol oldu neredeyse. Bizler bunun sonuçlarını kendimizden çok çocuklarımızda görüyoruz. Çünkü biz büyükler birtakım ihtiyaçlarımızı kendimiz karşılaya biliyoruz ama çocuklarımızın yaşam alanlarına verdiğimiz zararları görmeden yaşamımızı sürdürüyoruz. Herkes çocukların öncelikli yararını gözeten bir sosyal politika gütmeli kentlerde. Çarpık kentleşmenin vermiş olduğu sorunlardan sonra yoksulluk çok önemli bir olgu. Yoksulluğu en fazla çocuklar yaşamakta.. çarpık kentleşmenin, yoksulluğun ve özellikle bizlerin geleneksel bakış açısıyla çocukların çalışmasına göz yumuyoruz, çocukların erken yaşta evliliklerine göz yumuyoruz, çocukların istismar edilmelerine göz yumuyoruz, eğitimsiz kalmalarına göz yumuyoruz. Bu konuda hepimiz suçluyuz çünkü, zamanında biz müdahale etmedik. Sokakta yaşayan çocuğa, eğitimsiz kalan çocuğa kentin büyük bir bölümü seyirci kaldı. Dolayısıyla tabii hep birlikte el ele çok şey yapabilirdik. Ama özellikle kentte yaşayan çocuk sorununu büyük çoğunluğumuz görmezden geldik. Ama tabi elinden gelen çabayı çok az da olsa gösterenler mevcuttur ama yetersizdi bu çabalar. Şimdi çocukların kendi yaşam alanları ile ilgili söylemeleri gereken ciddi düşünceleri vardır ama bu düşüncelerini söylemelerine biz izin vermedik. 1995 yılında Türkiye Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne imza attı en önemli 4 maddesini sıralamak istiyorum; çocuğun yaşama hakkı var, çocuğun gelişme hakkı var, çocuğun eğitim hakkı var ve çocuğun katılım hakkı var, söz söyleme ve örgütlenme hakkı var. Bizler bu hakları onlara öğretemedik. Belki biz bu hakları onlara öğretebilseydik dar bir alanda yaşamayacaklardı. Dolayısıyla mevcut tablonun çok acı olduğunu tekrardan söylemek istiyorum. Bunları düzeltebilmek mümkün mü dersek bence evet mümkün. Kendimiz öncelikle bu konuda bir adım atabiliriz, belediyelerle, sivil toplum kuruluşları ile el ele verip bu durumu kısmen engelleyebiliriz. Biz Çocuk Hakları Derneği olarak 20 yıldır sokak sokak gezip ulaşabildiğimiz her çocuğumuzu okullaştırdık. Suriyeli çocuklara yönelik bu çalışmayı yapamıyoruz çünkü kaynak bulamıyoruz. Ama bugünden itibaren o çocukların ellerinden tutup okullaştırabiliriz, çocuk yoksulluğunu ortadan kaldırabiliriz. Belediyeler bu konuda çok etkili. Hep birlikte çabalayıp okula devam etmelerini bir nebze de olsa okul giderlerini karşılayabiliriz. Bu kentte çocuk işçiliğini yok edebiliriz hep birlikte. Bu durumu engellemediğimiz takdirde travmalarını hep birlikte yaşıyoruz. Nasıl yaşıyoruz? Bir çocuk işçi sokakta çalıştığı zaman fiziki olarak gelişimi tamamlayamıyor, bunun yanında eğitimsiz kalıyor, bunun yanında psikolojik anlamda çok ciddi sorunlar yaşıyor. Sadece sokakta yaşayan değil hayatın her alanında yoksulluk yaşayan bir çocuk bu travmaların bir çoğunu yaşayarak büyümeye çalışıyor. Artık dün geçti ama bugünden itibaren bunun önüne geçmek için ciddi çalışmalıyız.”