HEDİYE EROĞLU
Mersin Barosu ile Mersin Büyükşehir Belediyesi işbirliğinde, “Türkiye’nin İnsan Hakları Gündemi: Sorunlar, Öneriler ve Medyanın Yaklaşımı” konulu panel düzenlendi.
Yenişehir Belediyesi Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen etkinlikte Baro Başkanı Bilgin Yeşilboğaz’ın moderatörlüğünde düzenlenen panele; Gazeteci Deniz Zeyrek ve Gazeteci Ali Haydar Fırat konuşmacı olarak katıldı. Programa ilgi yoğun oldu.
“STAR OLDUĞUNUZ ZAMAN GAZETECİ OLMAKTAN UZAKLAŞIYORSUNUZ”
İlk olarak söz alan Deniz Zeyrek, bu dönemde yazabilmenin alan istediğine dikkat çekerek, “Ben 22 sene Doğan Holding bünyesinde ki gazetelerde çalıştım. Aydın Doğan bize hep ‘Siz star olabilirsiniz ama sahne olmadan hiçbir şey yapamazsınız’ derdi. Ben buna itiraz ederdim yani gazetecilik ve star olma meselesi aynı değil. Zaten star olduğunuz zaman gazeteci olmaktan uzaklaşıyorsunuz. Ama şunu da gördük, sahne değiştiğinde maalesef üzerinde oyun oynayanların durumu da değişiyor” dedi.
ZEYREK, HÜRRİYET’TEN NEDEN AYRILDI?
Hürriyet’ten ayrılma sürecini de Mersinlilerle paylaşan Zeyrek, Ekim 2018’de ayrıldığını anımsatarak, “Hatırlarsınız Haziran 2018’de Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı. 14 Haziran günü gündeme ‘Urfa’nın Suruç ilçesinde PKK’lılar AKP adayına saldırdı’ diye bir haber düştü. Aydın Doğan’ın döneminde bizim masa başlarında oturan arkadaşlarımız böyle bir habere geçit vermezdi. Ama yeni patron Demirören satın almıştı gazeteyi, yani sahnemiz değişmişti. Yeni patron hükümet yanında çok net sahne aldığı için bu tür haberleri yapan arkadaşlarımız da ona göre kendilerini konumlandırmıştı ve Hürriyetin birinci sayfasında o haber yayınlandı. Sabah kahvaltı yapıyorduk eşim kızım ve ben. Kızım haberi görünce ‘Yok daha neler’ diye bir irkildi. Ne oldu dedim, ‘bu olay böyle olmadı ki’ dedi. ‘Nasıl oldu peki?’ dedim, ‘Bu esnaf AKP’ye oy vermeyeceğim dediği için yanındakiler daha sonra gelip bu esnafa saldırdı, silahla vurdular, ölmeyenleri de gidip hastanede oksijen tüpleriyle dövdüler’ dedi. ‘Nereden öğrendin bunu’ dedim, ‘Sosyal medyadan öğrendim’ dedi. Ben o gazetede çalışan bir gazeteci olarak çalıştığım gazetenin bu yaptığı kabul etmedim ve o gün çalışmak istemediğimi söyledim. çünkü artık çocuğumun yüzüne bakamazdım. ‘Onun daha ne kadar ortak olacaksın bu suça?’ sorusuna yanıtım olmalıydı. Artık bu suça ortak olmayacağım demek zorundaydım. 22 yıllık çalışma ilişkime rağmen yollarımızı ayırdık. Bugün siz atılan başlıkları daha iyi görüyorsunuz” dedi.
MEDYANIN SORUNU; MANİPÜLASYON
Medyanın insan haklarını, demokrasiyi savunacağına, insanların temel hak ve özgürlüklerini suiistimal eden, dezenformasyon, manipülasyon ve propaganda aracına dönüştüğüne dikkat çeken gazeteci Zeyrek, Ekrem İmamoğlu ve Tunç Soyer’e kaz ikramında bulunması sonrası gündeme gelen haberleri örnek gösterdi.
“Ben sosyal medyada trollerin yaptığını ciddiye almam ama pek çok yayın organında haber olduk” diyen Zeyrek, “Şok oldum bunları okuyunca. Televizyonda kelli felli adamlar ‘112 bin lira şuraya fatura edildi, Petrus şarabı içtiler, Ekrem İmamoğlu içti’ gibi konuştular. Manipülasyon dalgası medyadaki sahiplik yapısıyla çok bağlantılı bir şekilde bizim önümüzdeki en ciddi sorun.
İKTİDAR HABERLERİ MUHALİF YAYINLARDAN TAKİP EDİYOR
Türkiye’nin bütün büyük medya kuruluşları Türkiye’yi yönetenler tarafından bir noktada toplandı. Başlıklar neredeyse birbirinin aynısı çıkıyor. İstanbul’da havaalanında bu gazeteleri koyarlar ki herkes geldin okusun diye. Bedavadır ayrıca ama buna rağmen hepsi böyle deste deste duruyordu. İnsan bedava bir gazeteyi almıyorsa eğer bunu yapanların bir düşünüp sorgulaması gerekiyor. Halk Tv’nin satışı konuşuluyor. Yayın kalitesi kötü deniliyor ama izlenme oranı nedeniyle ölüsü bile diğer kanallardan daha fazla reyting yapıyor. Ben hafta sonları Fox Tv’de yayın yapıyorum. Meclise gittiğimde iktidar milletvekilleri bile izlediğini söylüyor. Kendileri bile haberleri buralardan almaya başladılar. Öyle bir şey yarattılar ki kral çıplak hikayesi gibi. Bir çocuk kral çıplak diyene kadar farkına bile varmamış kral bunun. Bir ülkenin yönetiminde düşülebilecek en büyük yanlış budur. Siz eğer içinde bulunduğunuz durumu göremiyorsanız ve birileri de size ‘hata yapıyorsunuz’ diyemeyecek hale geldiyse, siz o yanlışın içinde debelenip durusunuz.
HÜKÜMET, GAZETECİLERDEN PROPAGANDA YAPMALARINI BEKLİYOR
Türkiye’de dezenformasyon, manipülasyon, propaganda aracı olarak kullanılıyor. Gazetecilik okuyanlar bilirler, 3 tane seçeneğiniz vardır; halkla ilişkiler, propaganda ve gazetecilik. Bundan 10 sene önce hükümet halkla ilişkiler bekliyordu bizden, beni övün diyordu. Şimdi propaganda aşamasına geçtiler. Eğer onların propagandasını yapmıyorsanız, onlara göre gazetecilik yapmıyorsunuz. Halbuki gazetecilik insanların bilmesi gerektiğini söyleme işidir. Gazetecilik siyasetçileri rahatsız etmemeye başladıysa halkla ilişkiler faaliyetine dönmeye başlamıştır artık” diye konuştu.
“İTİBARIMIZI AYAKLAR ALTINA ALARAK BİZİ SUSTURMAYA ÇALIŞIYORLAR”
Soysal medyanın önemine de dikkat çeken gazeteci Deniz Zeyrek, kontrol zorluğuna da vurgu yaparak, “Trol orduları kurulmuş hepimizin kişiliğine , kimliğine, aile yaşantısına saldırılar düzenliyorlar. İtibarımızı ayaklar altına alarak bizi susturmaya çalışıyorlar. Suikasta uğramak ya da ceza evine atılmak baş edemeyeceğimiz şeyler değil ama bunlar başka bir silahı kullanmaya başladılar. Doğrudan gazetecilerin itibarını hedef almaya başladılar. Sosyal medyayı bir silah gibi kullanmaya başladılar. Maalesef bununla baş etmek çok zor. Ama avantajları da var. Medyada ki sahiplik yapısına baş kaldırabilmesi, sokak haberciliğinin gelişmesi, insanların sosyal medya da kurdukları zincirlerle Urfa’da yaşananları Edirne’de hatta Amerika’da duyurma gücü ortaya çıktı.
Selahattin Demirtaş ceza evinde rahatsızlandı, bir hafta boyunca bir gazete haber yapmadı ta ki sosyal medya kullanıcıları paylaşana kadar. Yüzde 13 oy almış bir siyasi partinin lideriyle ilgili hayati bir gelişme maalesef bizim büyük medya kuruluşlarımızın radarına girmedi.
“O MUTLU HABERİ YAZMAYI BEKLİYORUM”
Fahrenheit kitabını okuyanlar vardır. Kitapların hepsi yakılacaktı ve herkes bir kitap ezberlesin ki bu antidemokratik ortam bitince yeniden yazabilelim diye. Bizde bu aralar biraz onun gibiyiz. Geçen Murat Yetkin’e espri olsun diye ‘ne zaman emekli olacaksınız?’ dedim, ‘O mutlu haberi yazmayı bekliyorum’ dedi. Haberi yazmak için mücadeleye devam ediyoruz en büyük desteğimiz sizlersiniz, bizi yalnız bırakmayın. Varlığımızı size borçluyuz. İfade özgürlüğü, demokrasi gelişimi açısından çok önemli. İnsanların gazetecilik bitti yalanına kanmayın, umutlu olun. Hepimiz bir gün haberi yazacağız, mutlu güzel günlerde görüşmek üzere” dedi.
“TUTUKLU GAZETECİLER BAĞLAMINDA BİRİNCİ SIRADAYIZ”
Baro Başkanı Bilgin Yeşilboğaz da, demokrasi yolunda yaşamını yitiren gazeteciler ve avukatları anarak, “Dünyada iki ayrı meslek için iki ayrı gün vardır. Bunlardan biri Tehlikedeki Avukatlar Günü, diğeri de Tehlikedeki Gazeteciler Günü’dür. Gazetecileri nasıl koruyabiliriz, basın nasıl özgür hale gelir diye konuşuyoruz ve böyle bir günleri var. Böyle bir gün Türkiye’ye atfediliyor, bu atıftan dolayı iki kere orada kutlanmasına karar verildi. Tutuklu gazeteciler bağlamında sanırım birinci sıradayız. Bir havuz medyası var, haberlerini yaptıklarını sanıyorlar ve çokta okunmuyorlar. Farklı haber yapanlara ya benim tarafımdasın ya karşı taraftasın diye bağımsız habercilik anlayışını kabul etmeyerek, haklarında bir takım suçlar istinat edilerek hepsi gözaltına alınıyorlar ve gerçek olmayan suçlarla tutuklanıyorlar” dedi
“BASININ TEMEL MESELESİ İKTİDARIN DENETLENMESİDİR”
Gazeteci Ali Haydar Fırat da, yüzyıllarca “İktidar daha iyi nasıl denetlenebilir?” sorusunun arandığına dikkat çekerek, bu çerçevede bir takım akımlar, güçler geliştiğini bunların başında da basının geldiğini söyledi.
“Basının temel meselesi halk adına iktidarın denetlenmesidir” diyen Fırat, “Eğer bir gazeteci ya da bir kuruluş iktidar yanlısıysa ona gazeteci demiyoruz. Ağır bir dönem. Ben bu dönem üstüne bir şeyler demek istiyorum. Nazım’ın dediği gibi ‘Hava kurşun gibi ağır’. Mesele sadece devletin baskısı değil, bu baskı her zaman vardı. Jön Türklerden başlayarak, Ali Süavi’lere kadar bu ülkede gazeteciler her zaman sürgün edilmiş ya da cezaevine atılmıştır. Bu dönemin ayırt edici özelliği şu; devletin baskısından ayrı olarak, gazetecilik kimliği altında kendisini konumlandıran insanların ahlaki duruşları ya da sorumlulukları.
BASIN PESPAYE HALDE!
Şöyle bir durumla karşı karşıyayız bir televizyon programına çıktığınız zaman şunu bekliyorlar, her hangi bir kavramı kullanmanıza zorluyorlar. Onların istemediği bir kavramı kullandığınız zaman çok ciddi bir biçimde polis savcı harekete geçiyor ve linç ediyorlar. Bu dönemin ayırt edici özelliği bence bu. Gazetecilerin kendi etik kuralları, geçmişten getirdikleri şeylerin içinin boşaltıldığı bir süreç: böyle bir sürece tanıklık etmek bizler açısından da talihsiz bir durum. Türkiye tarihin en büyük baskı, en büyük adaletsizliklerinin olduğu bir dönem. Aynı gazeteler aynı başlıkları atıyorsa, aynı kişiyi hedef alıyorsa ortada bir gazetecilik faaliyetinden söz edemeyiz. Nasıl bir şeyden söz edebiliriz. Yandaşlık diye bir kavram kullanılır ama o bile değil. Pespayeleşmiş bir durumla karşı karşıyayız ki yaşadığımız dönemin ruhunun nasıl kirlendiğini hissediyorsunuz. Dolayısıyla bir taraftan siyasal bir iktidara onun yapıp ettiklerine karşı mücadele ediyorsunuz. Diğer taraftan bu gazetecilik anlayışına karşı mücadele ediyoruz. Dolayısıyla iki mücadeleyi eş zamanlı vermek durumundayız. Türkiye tutuklu gazeteciler konusunda Çin’den sonra dünyanın ikinci sırasında. Bunu söylediğimiz zaman ‘onlar gazetecilikten yargılanmıyor’ diyorlar. Oysa bazılarının yazdıklarını beğenmesek de sevmesek de birçokları yazdıkları ya da çizdikleri şeylerden dolayı tutulu. Şimdi bu meselenin ben siyasal iktidar eksenin de şöyle bir şey görüyorum. Onların etrafında bulunanlarda memnun değiller. Konuştuğunuz zaman ne kadar mutsuz kötü bir iş yaptıklarını bildiklerinin görüyorsunuz. Çünkü size elektrik zammını savunuyor. Bir gazetecinin her hangi bir hak ihlalini savunuyor. Bir insan öldürülüyor ya da bir dram ortaya çıkıyor ve bunu savunuyor. Niye bunu savunuyor çünkü iktidar gözetiminde. Televizyonlara çıktığımız zaman şöyle bir durumla karşı karşıya kalıyoruz; iktidara yakın olan gazetecilere reklam aralarında telefonlar geliyor telefonlar gelir şunu da söyleyin, konuyu değiştirin gibi. Dikkat ettiyseniz hep belli konuları tartışıyoruz. Özellikle CHP’yi tartışıyoruz. Mesele şu karşımızda olan iktidar bundan önceki iktidarlara benzer bir iktidar değildir. Her ne pahasına olurda olsun o gücü elinde tutmak için her türlü şeyi göze alan, bunun için vermeyeceği ulusal ve uluslar arası taviz olmayan bir iktidarla karşı karşıyayız. Bunun için bizde bu kadar çok dibe batmanın tanıklığını yaşıyoruz.
“YURTTAŞLIK BİLİNCİ KENDİSİNİ GÖSTERMEYE BAŞLADI”
Ama bir yurttaşlık bilinci kendisini göstermeye başladı. İnsanlık tarihine baktığınız zaman İngiltere’de de Fransa’da da çok ciddi bir hak arama, yurttaşlık mücadelesi var. O yurttaşlık mücadelesi daha iyi bir yaşam talep ediyor, daha doğru haber istiyorum. O yüzden bugün iktidar medyasının izlenmemesi, okunmaması onlar için çok büyük felaket. Zaman zaman şu söyleniyor Ankara kulislerinde, ‘Kardeşim biz o kadar para veriyoruz, yatırım yapıyoruz hiçbir yetkiniz yok’ yani onlarca gazetecinin yazdığı köşe yazıları bir şey ifade etmezken Deniz Zeybek’in yazdığı yazı bambaşka bir etki yaratabiliyor. Onlarda biliyor gerçeğin farklı olduğunu. Bu iktidarın içini boşaltma süreci artık bu noktadan sonra tıkanmaya yol açmıştır. Atacakları her hangi bir adım kalmamıştır. Bunun üzerine ne olur dersek, bir perdenin kapandığını görüyorum. Bu iktidarın son dönemini görüyoruz. Belki 1-2 yıl içinde bambaşka bir siyasal yapıyla karşı karşıya kalacağız. Çünkü Türkiye toplumu cumhuriyetin birikimi ve değerleri üzerine şekillenen bir toplumdur. Bu azımsanacak bir şey değildir. Cumhuriyetin yurttaşlık bilinci, olgusu Türkiye tarihinin en büyük birikimlerinden biridir. Bu birikim kendisini açığa vurmak zorundadır ve vuracaktır. Bu kadar bedelin boşa ödendiğini ya da harcandığını düşünmüyorum. Ali Süavi’lerden Sabahattin Ali’lere, Uğur Mumcu’lardan Ahmet Taner Kışlalı’lara kadar katledilen insanlar boşuna ölmedi. Gerçekleri dile getirdikleri için kaybettik. Bunların getirilmemesi için kaybedildiler.
Onların yolundan gitmek, bugünkü gazetecilerin en temel meselesidir ve onurudur. O yüzden tarihsel bir sorumlulukla karşı karşıyayız” diye konuştu.
“BUGÜNE KADAR KİMİN İÇİN ÇALIŞTINIZ?’ SÜRECİ GELECEK”
Gazeteciler arasında mesleğini onuruyla yapanlarda olduğunu dile getiren Fırat, giderek netleşen bir süreç yaşandığını da işaret etti. “Bu dönem kapanıyor. Bu dönem kapandığında şunu sorma hakkına sahipsiniz, ‘Bugüne kadar kimin için çalıştınız?’. Çünkü bu insanlar bir tür insanlık suçuna ortalık ediyor. Bu da nedir, gerçeği söylememek, halktan gerçeği gizlemek.
Türkiye’de son 17 yılda 15 bin üzerinde iş cinayetinde insanımızı kaybettik, son 2 yılda 500 üzerinde kadın katledildi. Şimdi siz bunları görmüyor ve yazmıyorsanız başka bir şey yapıyorsunuzdur. Bazı programlarda bu sorunlar üzerine bir tartışmayı gündeme getirmemek için o kadar muazzam bir çaba içine giriyorlar ki aklınız şaşar. Mesele her ne olursa olsun iktidarın yıpranmaması olarak düşünülüyor. Ama şöyle bir mesele var iktidar kendi içine çöküyor. Büyüsü bozulmuş bir dünyada yaşıyoruz, bu büyüsü bozulmuş dünyanın temel sorunlarından biri daha iyi bir dünya nasıl kurulabilir.
“VE MUTLAKA O GÜZEL HABERLERİ YAZACAĞIZ”
Ben dünya da yeni bir şekillenişin, yeni bir oluşumun, yeni bir mücadele azminin ve kararının ortaya çıktığını hissediyorum. Şöyle bir noktaya geleceğiz insanlar gerçekten onuruyla işlerini yapacakları bir dönemin eşiğindeyiz ve böyle bir dönemi mutlak surette yapacaklardır. Şairinde dediği gibi ‘Bugünlerden geriye bir yarınlar için direnenler, birde onun için mücadele edenler kalır’ sözünden hareketle yarın için mücadele edenler bugün burada olanlar, yarını kuracak olan insanlardır. Onlar karanlık bir sandık gibi suç taşıyan insanlar olarak bu toplumun, bu ülkenin gündeminden çekip gitmek zorunda kalacaklardır. Ve mutlaka o güzel haberleri yazacağız ve mutlaka tartışacağız. Hep birlikte daha güzel bir ülkede yaşama umudunu inşa edeceğiz” dedi.