Haber Merkezi
HDP Mersin Milletvekili Rıdvan Turan, TBMM’de ki bütçe görüşmelerinde söz alarak, hükümetin tarım politikasını eleştirdi.
Uygarlığın tarımla başladığını anımsatan Turan, insanlığın geleceğinin de tabiatıyla tarımda olduğunu işaret etti. “Fakat iktidarın bu konuda, tarım politikalarını oluşturmak ve sürdürmek konusunda kafasının ciddi miktarda karışık olduğunu düşünüyoruz” diyen Rıdvan Turan, “Zaten felsefe olarak iktidarın tarım politikalarıyla anlaşamıyoruz. Meselemiz asla mercimek şu kadar azaldı, baklagiller bu kadar arttı tartışması falan değil. Bu bir mesele tabii ki ama felsefede anlaşamayınca üretilen herhangi bir ürünün az ya da çok artması ya da azalması tali hâle geliyor. Ama hem felsefede anlaşamayıp hem de bu üretim kalemlerindeki azalma söz konusu olduğunda, biz Halkların Demokratik Partisi olarak, tarım alanında yaklaşan bir felaket konusunda bütün kamuoyunu uyarmak istiyoruz” dedi.
TARIM ŞURASI İHTİYACI KARŞILAMADI
Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’ye, “Tarımda Millî Birlik Projesi vardı. Sayın bakan, ne oldu o proje?” diyen Turan, “Hani, bir Semerat Holding kurulacaktı, bunun yüzde 50'si şirketlerin olacaktı; Millî Birlik Kooperatifi, içerisinde olacaktı, bu Millî Birlik Kooperatifi, bakanlığın işlerini icra edecekti; yine bir tarafında da üreticilerin olduğu üç ayaklı bir mekanizma olacaktı. Ne oldu? Ben tahminimi söyleyeyim size, olan şu: Erdoğan, bunu kendinden önce basının haber almasından dolayı büyük olasılıkla buna öfkelendi ve onun yerine bir Tarım Şûrası ikame edildi. Bu Tarım Şûrası 2004 yılında yapılmıştı -bir öncesi- on beş yıl sonra yeniden bir Tarım Şûrası yapıldı arkadaşlar. Tarım Şûrası sonrasında yapılan bir ankette, bu şûranın yüzde 60 oranında herhangi bir ihtiyacı karşılamadığı yolunda bir kahir ekseriyet fikir oluşmuş durumda.
“İKTİDAR, ULUSLARARASI TEKELLERİN YANINDA”
Dedim ya iktidarın kafası karışık ancak şu konuda karışık değil: Yönü ve yeri elbette sermayenin yanında, elbette uluslararası tekellerin yanında, bunda şüphe görmüyoruz ancak bunu nasıl uygulayacağı konusunda kafaları ne yazık ki son derece karışık. Bakın, aslında iktidarın tarım politikasının ne olacağına ilişkin parolayı Erdoğan aylar öncesinde vermişti, şöyle söylemişti hatırlayın, Afrin Harekâtı'nı kastederek: "’Domates, patlıcan, sivri biber' diyorlar. Düşünün bir merminin fiyatı nedir? Bir mermi kaç para?’ Domatese, bibere, patlıcana işaret edip de bunda Afrin'i görmek bir dil sürçmesi değil arkadaşlar. Halkın ucuz gıda istediği noktada -halk ucuz gıda istiyor- Erdoğan da aynen şunu ifade ediyor: ‘Savaştayız. Hangi ucuz gıda?’ Ne yapalım Sayın Erdoğan? Mesela, halk mermi mi yesin, ne yapsın yani? Halkın ihtiyacı domates, biber. Son derece insani bir talep. İnsanlar enflasyondan, gıda enflasyonundan şikâyetçiler, bu nedenle de dertlerini dile getiriyorlar. Fakat burada halkın insanca yaşam talebini savaş politikalarıyla bastırma yöntemini açıkça görüyoruz ne yazık ki ve bu, gerçekten üzüntü verici. Televizyon başında bizi izleyen yoksul halkımız süngünün ekmeğini nasıl böldüğünü, iaşesini nasıl azalttığını, Kürt sorununda çözümsüzlük politikasının kendisini nasıl yoksullaştırdığını işte bu örnekten bir kere daha görüyordur diye düşünüyorum” dedi.
“DEVLET ŞİRKET GİBİ YÖNETİLİYOR”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, devleti şirket gibi yönetmekten bahsettiğini de hatırlatan Rıdvan Turan, Özal'dan bu zamana kadar bütün sağ popülist iktidarların temel amacının, devleti bir şirket gibi yönetme amacıyla hareket ettiğini söyledi. “ Ve gelinen noktada, evet, devlet bir şirket gibi yönetiliyor” diyen Turan, “Tarım Bakanlığı, Erdoğan şirketler grubunun bir departmanı hâline dönüşmüş ve ne yazık ki Tarım Bakanı da bu departmanın CEO'su olmuş durumda.
Tarımda Özal'la birlikte bir özelleştirme süreci başladı, bu süreç hâlâ, büyük bir hızla ve yoğunlukla devam ediyor. Özellikle yoksul köylüler başta olmak üzere, çiftçiler başta olmak üzere, tarım alanında faaliyet gösteren kesimler büyük bir hızla tasfiyeyle yüz yüze bırakılmış durumda.
“SİMİT SARAYI, SARAYIN SİMİDİ HÂLİNE DÖNÜŞMÜŞ DURUMDA”
Hep neoliberalizmi suçluyoruz ama neoliberalizmin de hakkını yemeyelim; bakın, burada neoliberalizmin bile kendi içerisinde bir mantığı var, bir tutarlılığı var, kendi içerisinde kurumsal bir hüviyeti var. İktidarın yaptığı, AKP politikalarından gördüğümüz şey, bu siyasi ve ekonomik rasyonaliteye uymayan bir şey. Ben buna ‘neoliberalizm’ falan demekten vazgeçtim; bu, ahbap çavuş kapitalizmi. Niye bunu söylüyorum? Bakın, Ziraat Bankası daha önce, hiçbir siyasi ve ekonomik rasyonaliteye uymayan bir biçimde Demirören'e Doğan medyayı almak için 700 milyon doları nasıl kredi olarak çıkardı, verdi? Şimdi de Simit Sarayını almak için 500 milyon dolar veriyor yani Simit Sarayı, sarayın simidi hâline dönüşmüş durumda ne yazık ki. O zamandan bu zamana destekleme alımları, girdi destekleri, doğrudan destekler giderek bir azalma süreci içerisinde. Aslında 12 Eylül ve 24 Ocak süreciyle başlayan ve gelinen noktada da mantıki sonucuna ulaşan bu seyir, çiftçinin giderek üretimden uzaklaştığı, üretimden uzaklaştığı için de alanlarını bırakıp kentlere geldiği ya da bankalardan kredi çekmek suretiyle ve bu kredileri ödeyemediği için arazilerinin ipotekli hâle getirildiği bir durum ne yazık ki ortaya çıktı.
Bunların önemli başlangıç noktası 1994'teki Dünya Ticaret Örgütünün kuruluşuydu. O zaman Dünya Ticaret Örgütünün yöneticisi bile ‘Yahu, bu kadar devlet geliyor, DTÖ'ye imza atıyor; bunlar neye imza attıklarının farkındalar mı?’ dedi.
“TÜRKİYE TARIMI IMF, DÜNYA BANKASI, DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜ GİBİ PEK ÇOK EMPERYALİST KURUM TARAFINDAN BELİRLENİYOR”
Bugün Toprak Mahsulleri Ofisi yeterince alım yapamıyorsa, bugün tarımsal süreçler kendimiz tarafından yönetilemiyorsa bunun esas sebebi Dünya Ticaret Örgütüne atılan imzalardır. Yeterince alım yapamazsınız. Niye? Çünkü ihtiyacın varsa satın alırsın. Bu, Dünya Ticaret Örgütünün anlaşmasına aykırı bir anlaşmadır. Bunu şunun için söylüyorum: Bakın, Türkiye tarımı IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi pek çok emperyalist kurum tarafından belirleniyor, ne yazık ki böyle. Yine girdiler; yakıttan tutun tohuma, gübreye, genetik materyale, yeme, ilaca kadar her şey uluslararası tekeller tarafından değerlendiriliyor. Şimdi birtakım Çin malı, çakma antiemperyalistler var; bir yerde işçi grevi varsa bunun arkasında bir emperyalizm oyunu görürler, bir gariban Kürt kendi ana dilinde eğitim talep etse bunun bir emperyalist oyun olduğunu iddia ederler. Ama emperyalizm han duvarı gibi bütün tarımsal süreçleri belirlerken yani benim çiftçimin kendisinin ne ekeceğine, nasıl ekeceğine, hangi girdileri kullanacağına kendisi karar veremiyorken burada emperyalizmin tahakkümünü görmemek ne türden bir gaflettir? Kendi gözündeki merteği görmeyip elin gözündeki çöple uğraşmaktır bu. Dolayısıyla, Türkiye'de tarımsal dönüşüm süreçleri böyle bir tahakkümle karşı karşıyadır” diye konuştu.
“TARIM BAKANLIĞI, İTHALAT BAKANLIĞINA DÖNÜŞTÜ”
Bakan Pakdemirli’nin “Paramız var ki ithal ediyoruz” sözüne de gönderme yapan Millitvekili Turan, “Türkiye tarımında son yıllarda yaşanan ikinci kırılmadır çünkü artık, Tarım Bakanlığı bir ithalat bakanlığına ne yazık ki dönüşmüş durumda. Vatandaş tanzim satış kuyruklarında, çiftçi de üretimden uzaklaştı. Özellikle, gıda enflasyonu tarımın ne türden bir problemle karşı karşıya olduğunu çok açık biçimde ifade ediyor ki bu da kurla izah edilebilecek bir durum ne yazık ki değil. Kırsal nüfus oranında ciddi azalma var, banka kredilerinin geri dönmesi noktasında ciddi problemler var. Örneğin, 2002 yılında tarım alanları 26,5 milyon hektar iken 3,35 milyon hektar azalarak 23,2 milyon hektara düşmüş durumda. ÇKS'ye kayıtlı çiftçi sayısı giderek azalıyor. Tarımın büyük bir kısmı ipotek altına girmiş durumda. Tarımsal gayrisafi yurt içi hasılada oransal olarak düşme var. Bunları görmek gerekli.
“‘CAMBAZA BAK’ NUMARASINI BİR KENARA BIRAKMAK LAZIM”
Bir de şu ‘cambaza bak’ numarasını bir kenara bırakmak lazım. Neymiş? Türkiye gayrisafi millî hasılada Avrupa 1'incisiymiş, artık Avrupa 1'incisi değil gerçi ama değerli arkadaşlar, olsa bile bakın, Avrupa'daki 10 ülkenin tarım toprağının toplamı Türkiye kadar değil. Türkiye ile Monako'yu mu karşılaştıracaksınız, Lihtenştayn'ı mı karşılaştıracaksınız, İsviçre'yi mi karşılaştıracaksınız? Eğer gerçek bir karşılaştırma yapacaksanız örneğin şu konuda karşılaştırma yapılabilir, ithalat ve ihracat rakamları, örneğin, çiftçinin refah düzeyi, değil mi? Bu konularda rahatlıkla bir karşılaştırma tabiatıyla yapılabilir. Bu karşılaştırma yapıldığında Türkiye'nin dünyada tarım alanında hiç de önde olmadığını göreceğiz. Ayrıyeten, gayrisafi millî hasıla artsa ne olur? Tek başına bir anlamı olmaz, nasıl paylaşıldığıdır önemli olan. Bu paylaşım düzeninin bozukluğu gayrisafi millî hasılanın artmasının da pratik olarak bir öneminin kalmadığını bize gösteriyor.
“1 LİTRE SÜTLE 1 KİLOGRAM HAYVAN YEMİ DAHİ ALINAMIYOR”
Bu konuda tabii, söylenecek çok şey var, hayvancılık. Ya, normalde 1 litre süt satınca 2 kilo yem alınır yani kural budur hayvancılıkta ama gelin, görün ki 1 litre sütle 1 kilogram hayvan yemi dahi alınamıyor. Hayvan varlığımız da keza yine ciddi bir düşme söz konusu. Özellikle Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklı güvenlikçi politikalar sebebiyle bölgede yayla yasakları, mera yasakları sebebiyle köylü hayvanını yaylaya çıkartamıyor. Bunun sonucunda da bölgede hayvancılık açısından ciddi bir kırılma yaşıyoruz değerli arkadaşlar.
Tohumculuk, çok gurur duydukları bir şey iktidarın. Yerli tohum 2006'da çıkan yasayla birlikte... Biliyorsunuz, artık atalık tohum kullanmak diye bir şey söz konusu değil ve tohumumuzun yüzde 30'u zaten ithal vaziyette. Dolayısıyla tohumda da ne yazık ki bu uluslararası tekellere mecbur kalmış durumdayız.
“KENDİ İNSAN MALZEMESİNE BU KADAR DÜŞMANCA DAVRANAN BİR İKTİDARI DOĞRUSU TARİH YAZMAMIŞTIR”
Yine, bir başka temel sorun şu: Bakın, iş bulamamış binlerce, on binlerce ziraat mühendisi, su ürünleri mühendisi, gıda mühendisi, veterinerler, teknikerler var. Ya, Allah'tan reva mı? Bu çocuklar üniversiteyi bitirdiler, aileleri bu kadar ciddi bedeller ödedi ve kendi insan malzemesine bu kadar düşmanca davranan bir iktidarı doğrusu tarih yazmamıştır diye düşünüyorum.
Sayıştay raporlarında bu konuda yapılmış olan usulsüzlükler çok açık bir biçimde yazılmış durumda.
Peki, ‘Hep eleştiriyorsunuz, hep eleştiriyorsunuz, bunun çözümü ne? Ne olacak, ne olursa Türkiye'de tarım kurtulur?’ Bir defa bakın, Birleşmiş Milletler bir araştırma yaptı, Bakanlık bu işle hiç ilgilenmiyor. Dünyadaki bin farklı alanda küçük aile çiftçiliğinin endüstriyel tarıma göre, yüzde 50 ile yüzde 170 arasında daha verimli olduğunu ispatladı. Dolayısıyla bizim, Türkiye tarımının geleceği küçük aile çiftçiliğinin güçlendirilmesindedir. Birleşmiş Milletler Köylü Hakları Bildirgesi yayınlandı, Türkiye çekince koydu. Sayın Bakan, size soruyorum ya; çekince koyacak başka bir şey bulamadınız mı? Köylü Hakları Bildirgesi'ne neden çekince koyuyorsunuz? Çünkü Birleşmiş Milletler şunu gördü: Endüstriyel tarım toprağı yok ediyor, endüstriyel tarım giderek toprağı toz hâline getiriyor. Bunun yerine ‘agroekoloji’ diye bir kavram ikame edildi, artık bundan sonra üretimin mutlaka ve mutlaka ekolojiyle uyumlu bir seyir izlemesi gerekiyor. Bu konuda da ne yazık ki Bakanlığımızın attığı bir adım yok.
“ÇİFTÇİNİN, DAYANIŞMA İLİŞKİSİNİ KURMASINA İHTİYAÇ VAR”
Yine çok önemli bir mesele, küçük aile tarımının kooperatifler çerçevesinde örgütlenmesi lazım. Çiftçi tek başına, sermaye karşısında tek başına. Bu sebeple çiftçinin, kendi gibi olanlarla, üreticilerle yan yana gelerek bir dayanışma ilişkisini kurmasına ihtiyaç var. Bu iki temel mesele halledilmedikten sonra Türkiye'de tarımsal süreçlerin düzelmesi mümkün değil. Elbette bununla birlikte, Türkiye'nin tarım planında, emperyalist tekellerden ve onların politikalarından uzaklaşması, bunlardan bağımsızlaşması gerekiyor.
“BİR TARIMSAL PRESTİJ NASIL YERLE YEKSAN EDİLİR İŞTE ORTADA”
Kürt sorunun demokratik ve siyasi bir biçimde mutlak suretle çözülmesi gerekiyor. Bakın, başta söyledim ya ‘iktidarın kafası karışık’ diye; bir taraftan zeytine kiloda 15 kuruş destek veriyor, diğer taraftan hırsızlık malı, Afrin'den getirdiği o zeytinlerle -26 bin ton zeytinyağı geldi bu sene- Türkiye tarımını, Türkiye'deki zeytin üreticisini mahvettiği yetmiyormuş gibi Afrin'deki yoksul Kürt halkının da iaşesine el koyuyor. Bu mantık, mantık değil. Dünyada bu şekilde bir prestij oluşturulabiliyor mu zannediyorsunuz? Bir tarımsal prestij nasıl yerle yeksan edilir işte ortada.
“MEVSİMLİK İŞÇİLERİN İNSANLIK DIŞI KOŞULLARDA ÇALIŞMA PROBLEMİ MUTLAK SURETLE ÇÖZÜLMELİ”
Yapılması gereken bu iki şeyle birlikte mutlaka ve mutlaka çiftçi borçlarının silinmesi lazım. Bu devlet, iktidar, herkesin borcunu Bakın, Simit Sarayı'nın kurtarıyor şimdi. Çiftçilerin borçları mutlaka silinmeli, faizden falan bahsetmiyorum. Özel bankalara olan borçları kamu tarafından üstlenilmeli. Küçük aile çiftçiliği için su ve elektrik ücretsiz hâle getirilmeli. Desteklemeler, AKP'nin ‘yüzde ‘ deyip de yapmadığı gibi değil, yüzde 2 net hâle getirilmeli. Mevsimlik işçilerin insanlık dışı koşullarda çalışma problemi mutlak suretle çözülmeli. Ancak bunlar olduğunda, Türkiye tarımında geleceğe matuf bir gelişmeden bahsedebiliriz yoksa lafügüzah değerli arkadaşlar” şeklinde konuştu.