HEDİYE EROĞLU
Türkiye’de 2021'de uygulanacak asgari ücreti belirleme çalışmaları sürerken Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), asgari ücretin 3800 TL olması ve vergiden muaf tutulması talebinde ısrarcı.
MERCAN TV’de yayınlanan gazeteci Hediye Eroğlu’nun hazırlayıp sunduğu Arka Plan Programı’na konuk olan Genel-İş Sendikası Mersin Şube Başkanı Kemal Göksoy, sürece dair eylem planlarını anlattı.
“FEDEKARLIĞI HEP İŞÇİDEN BEKLİYORLAR”
SORU: Asgari ücrete dair DİSK’in belirlediği rakam 3 bin 800 olarak açıkladı. Bu rakam nasıl elde edildi?
K. GÖKSOY: Asgari ücreti belirlerken, komisyon daha önceki dönemlerde de şimdi de, yarın da ne olacağı belli değil, ama hep fedakarlığı işçiden emekçiden bekliyorlar. Oysa asgari ücretin kendisi başlı başına bir fedakârlık. Bundan daha büyük fedakârlık beklemek başlın başına haksızlık. Geçmişten şimdiye kadar asgari ücretler daha işçinin cebine girmeden yapılan zamlarla onu kat, kat geri alıyorlar zaten. Şimdiye kadar belirlenen asgari ücretlerde yaşadığımız sıkıntıları yeniden yeniden yaşamak istemiyoruz.
“ASGARİ ÜCRET ZAMLARLA ERİMEMELİ”
Asgari ücret belirlenirken asgari ücret tespit komisyonu üzerinde yük olduğunu söyledik. O yükle kalmadık aslında bir vebal var dedik. 10 milyon insandan milyonlarca aileden bahsediyoruz. Bunun için asgari ücretin belirlemesinde ki tespiti DİSK devrimci sendikalar konfederasyonu yaparken, piyasaya baktı. TÜİK’in araştırmasına bakıp, bu ortalama bir rakam çıkartıyor ve çıkarttığı bu rakam da 3 bin 800 liradır. DİSK’in yapmış olduğu araştırma bir veriye dayanarak yapılmıştır. Çeşitli siyasi partiler, çeşitli birimler, sendikalar asgari ücretle ilgili görüşlerini belirtti, ama takip ederseniz DİSK verilere dayanarak belirleme yaptı ve bunu en az 3 bin 8000 lira olması gerektiğini söyledi.
Bu Türkiye’ de ortalama ücret haline dönüşüyor, bunun da önüne geçilmesi gerekir. Asgari ücretin insanca yaşanır bir ücret haline getirmeleri gerekir. Asgari ücretinin rakamının pek bir kıymeti yok. Diyelim 5 bin lira oldu, yapılan zamların altında erirse, ezilecekse o zaman bir kıymeti yok. Biz diyoruz ki asgari ücreti tamam rakamı belirlensin ama sonuçta asgari ücretin insanca yaşanır bir rakama tekabül etmesi lazım. Yani insanların geçim ücreti olması lazım. İnsanların geçimini sağlamaları lazım. Zaten asgari ücret dediğin en az ücrettir. Ve bu ücret belirlenirken Dünya kamuoyuna şöyle bir mesaj veriyoruz, diyoruz ki; bizim ülkemizde en az ücret budur. Bu en az ücretle dört nüfuslu bir aile burada asgari ihtiyaçlarını burada karşılayabilir. Fakat orada çelişki doğuyor. Açlık sınır bile şuan ki asgari ücretten daha fazla açlık sınırı şuan 2 bin 600 civarında, yoksulluk sınırı ise 8 bin 300 civarında. Bunların böyle çelişkili olduğu yerde asgari ücretti belirlerken bunları göz ardı ederek belirlemeden kaçmamız gerekir. Şimdi kaçınmıyorlar, kaçınmadıkları gibi sanki asgari ücreti geçen sefer 2 bin 324 lira diye belirlediklerinde sanki bir lütufmuş gibi herkese sunuyorlar. Enflasyon yüzde 15 olsa bile, asgari ücret açlık sınırını karşılayabilecek 2 bin 600 liraya denk gelecek asgari ücrete eğer yüzde 15 zam yapılırsa. Önce kendimize bakalım, biz alışveriş yapıyoruz, bulgur alıyoruz, domates alıyoruz, elektrik faturası ödüyoruz, su faturası ödüyoruz yani bunların hepsi günlük zaruri ihtiyaçlarımıza ne kadar zam geldiğini, ne kadar zam ödediğimizi biliyoruz. Yüzde 40'tan aşağı hiçbir şey zam geldiği yok. Bunun yüzde kırk olduğu bir yerde asgari ücrete yüzde on beş zam yapsanız da bir önemi yok. Biz diyoruz ki asgari ücretin miktarının rakamının bir önemi yok. Asgari ücreti belirlediğiniz zaman o belirlediğiniz ücretle dört nüfuslu bir aile asgari, zaruri ihtiyaçlarını karşılayabilesin. Asgari ücret yani insanca yaşanır bir ücret olabilsin. Burada asgari ücret altında çalışan, Türkiye’de resmi rakamlara göre 3,5 milyon civarında işçi var aynı zamanda. Bu oran resmi rakam, bunu kayarken kayıtlı işçiden bahsediyor. Bizim ülkemizde kayıt dışı işçi; pazar yerlerinden tutun, merdiven altına, inşaat işçilerine, tarım işçilerine kadar bunların hepsi kayıt dışı işçiler, gündelikçi, güne birlik işçiler. Kurallı, güvenceli, süreklilik arz etmeyen işçiler. Şimdi en düşük ücretin altında bir ücret belirlemek çelişkidir.
ESNEK ÇALIŞMA ÜCRETİ KABUL EDİLEMEZ
Daha önce demiştik bin 168 lira belirliyorlar esnek çalışmada. Bin 168 lirayla insanlar nasıl geçinir? Bir taraftan en az ücret bu derken öbür taraftan bin 168 lirayla bin 100 lira bin 500 lira kira veren adam, diğer ihtiyaçlarını nasıl karşılayacak? Bunların hepsi ayrı ayrı sorun, ayrı ayrı sıkıntı. Siz eğer işçilerin, emekçilerin, üreteninin sorunlarına köklü çözümler getirmeyi önünüze koymasanız, planlamazsanız. Sermayeden yana, sermayenin gelişimine yana politikalar hayata geçirirseniz, ülke zorlanır, ülkeyi gözden çıkarmış olurlar.
Şuanda zaten Türkiye Uluslararası arenada ucuz ekmek cenneti olarak görünen bir ülke haline dönüştü. Bunun görülmesinin sebebi; ülkemizde üretimin düşmesi, üretime dayalı, tarıma dayalı sanayiye dayalı politikaların olmaması. Yani üretimle ilgili gelişimler yok. Gelişim olmayınca ne olur? Sürekli tüketim artarsa o zaman üretenlere ucuz emekle tüketicilere üretirsiniz. Asgari ücreti de onların belirlediği onların keyfine göre belirlersiniz. Oysa asgari ücretin real anlamda gerçekten insanların istemine, talebine, yaşamına cevap olup olmadığına bakmak lazım. Onun için bağıra bağıra diyoruz yaşanılabilir bir ücret olsun. Hem ucuz iş gücünü hayata geçirdiler hem de ortalama ücret olmasının sebebini bir ayağı da su; bu ülke de üretime dayalı politikaları geri çekilince, tüketime dayalı sermaye guruplarının emellerine hizmet ettiği için asgari ücretli iş bulma artık torpille oldu. İnsanlar önceden işe girerken; yol var mı? Yemek var mı? Sigorta var mı? Prim var mı? Gibi sorular sorarlardı. Şuan da bir asgari ücretle işe girmek için kamu kurumları olsun, özel sektörde olsun insanlar torpille alınıyor. Torpili olmayan asgari ücretli işe bile giremiyor. Onun, için normalleştirdiler. Böylece asgari ücretin altında çalışanların sayısı artıyor. Kuralsız, güvencesiz, denetimsiz işliyoruz, bu esnek çalışma kuralları, özel istihdam büroları adı altında kiralık işçiliğin yasallaşması, meşrulaşması bunun önünü açtı. Kiralik işçiliğin gelişmiş ülkelerde, işçi ticareti anlamına geliyor ve yasaktır. Ama bizim ülkemizde yaygınlaştırıp meşrulaştırdılar. Yetmedi yasallaştırdılar. Şuan da özel istihdam büroları yasal bunun için onun önüne geçemiyorsun. Burada kuralsızlığı, güvencesizliği yasal hale dönüştürdüler. Ondan dolayı da asgari ücretin altında çalışanların insanların artmasının önüne bir engel çıkmıyor. Onun için artması doğal.
PATRON ZARAR ETMİYOR
SORU: Asgari ücret milli gelire göre yüzde 40 fazla geriledi. Ülke büyüyor milli gelir artıyor ama bizim aldığımız pay azalıyor. Burada bir adaletsizlik var, burada bir toplumsal kaos yaratacak bir gerekçe var. Ülke büyür, gelişiyor bunu ben sağlıyorum üreterek çalışarak ama benim aldığım pay azalıyor. Bunu neden anlatamıyoruz? Neden görünmüyor?
K. GÖKSOY: İş gücü ve asgari ücretlerle ilgili bir durum. 2020 yılın için yüzde 33’ten yüzde 30’lara düşmüş asgari ücretle çalışanların sayısı. Bu pandemi sürecinde iş verenlerin kazancı yüzde elliden 55’e çıkmış işçi azalmış kazanç artmış. Aradaki çelişki bu; Kimsenin zarar falan ettiği yok. Herkes emekçi üzerinde, emek üzerine hesap yaptığı için en kolay hesap olduğu için, kural güvence olmadığı için, istedikleri zaman işçiyi işten atabildikleri için durum böyle. Durum böyle olunca da yani işçinin emekçinin hakkı her yerde, her zaman, her türlü gasp edilmeye açık. Bizde diyoruz ki bunun hem gasp edilmemesi gerekir, bir taraftan işçilerin emekçilerin sırtından beslenip geçinmemeli. Bunun böyle olduğu bir yerde insanların emeklerinin küçümsenmesi, emeklerinin bu kadar denetim altına alınması hatta sömürülmesi gerçekten içler acısı bir durum yani anlaşılır bir durum değil.
MUHALEFET VE STK’LAR’DA BU SESE OMUZ VERMELİ
Bunun için bizim şunu yapmamız lazım; işçilerin emekçilerin temsilcileriyiz, devrimci işçi sendikaları konfederasyonu bağlı sendikaları olarak, genel iş sendikası olarak bunun mücadelesini her alan da her yerde veriyoruz ama bu sadece devrimci işçi sandıkları konfederasyonunun sorunu olmamalı. Bu sorun ülkenin kanayan yarası. Bu ülkenin muhalefet partisinden tutun, siyası partilerine, demokratik örgütlerden tutun sivil toplum kuruşlarına kadar bunların hepsinin bununla ilgili bir omuz vermesi lazım.
Genel başkanımız da açıklama yaparken bunu söyledi zaten. Çalışanından çalışmayanına, genciden yaşlısına, örencisinden işçisine kadar herkesin buna omuz atması gerekir. İşçileri ilgilendiren, ailelerini ilgilendiren bir meseleyle ilgili karar verici yasa işçi olmalıdır. Tespit komisyonun da 15 kişi var beşi iktidar, beşi işveren beşi onlara yakın sendikaların temsilcileri. Burada bir adaletsizlik var. Eğer işçilerle ilgili bir karar verilecekse, bir karar alınacaksa bunu bütün ortak sendikaların görüş haline getirilmesi lazım. Burada eleştirimiz sadece iktidara değil aynı zaman da muhalefeti de konuda eleştiriyoruz. Diyoruz ki bu sadece bizim sorunumuz değil. Burada bir şeyi belirlerken muhalefette bunu belirlemeli, sendikaya sormalı, işçiye sormalı. İşçinin temsilcisi bir belirleme yaptı bu belirlemeyi de üç kategoriye ayırdı; milli gelir, yoksulluk ve gelir artışı bunların piyasa araştırmasına bakarak, bir belirleme yaptı ve ortalama belirlemede dedi ki bunların ortalaması 3 bin 800 olmalı hatta vergi alınmama kaydıyla. Siz bir işi belirlerken belediyelerin İller Bankası’ndan aktarılan kaynağına göre belirleyip rakam belirlerseniz, bu rakam tabi ki işçi sendikalarının belirlemiş olduğu rakama gelmez.
EKONOMİK KRİZ BÜYÜYOR
Türkiye’de ekonomik kriz büyüyor büyüdükçe her alan, yukarıdan aşağıya doğru herkesi etkiliyor. Yani belediyeleri de etkiliyor. Aslında buradaki en büyük sıkıntılarımızdan biri şu; biz kriz dönemleri konuştuk. Dedik ki; bu krizi biz yaratmadık bu krizi yaratan sermaye gurubudur, Ülkeyi yönetenlerdir. Biz belediye de çalışan işçileriz, saraydan çalışan işçiler veya madende çalışan işçileriz. Bir görevi var bir sorumluluğu var. İş verip yapıyorlar. Eğer bir ülke ekonomiden dolayı krize girmişse, bunun sorumlusu çalışan, işçi, emekçi, kadın, çiftçi, kamu emekçisi değil. Belediyelerde de durum aynı, hangi belediyeye gidersen borcu var bununda sorumlusu biz değiliz. Parayı doğru kullanmasanız, yönetmeseniz hatta yandaşlık yaparsanız, kayırmacılık yaparsanız sonucu da bu olur. Bunun sorumlusu sokağı süpüren işçi değil, halk otobüs süren işçi değil, yönetenlerdir. Hangi Belediyeye gidersen git bir sıkıntı yaşandığı zaman il söylenen Şey Ekonomik kriz, maaşı ödeyecek durumda değiliz. Bu bizim sorunum mu? Zam istediğin zaman bile onu öne sürüyorlar.
“VERGİDE ADALET YOK”
SORU: Asgari ücretle çalışanların vergi dilim tarifesi düşük tutularak artırılmış. Baştan beri vergi olayını çözemedik biz. Asgari diyoruz en asgari yani en az diyoruz ama ondan da vergi istiyoruz devlet olarak bu bir çelişki değil mi sizce?
K. GÖKSOY: Burada çok hassas bir nokta var. Şimdi vergide adalet yok. Basit bir örnek verelim; herkesin bir telefonu var bu telefon vergisini siz de aynı ödüyorsunuz Sabancı da aynı ödüyor, hedef holding de aynı ödüyor Ezacıbaşı da aynı ödüyor hatta aynı ödemiyor onlar paket program alıp indirimli ödüyor. Şimdi sokağı süpüren bir süpürgeci ile holdingin verdiği vergi aynı olursa bunda adalet olmaz tabi. Öbür taraftan baktığınızda Türkiye’de yapılan istatistiklerde, yapılan araştırmalar, açıklamalar ne diyor? Diyor ki; bu ülkenin yüzde 67 vergisini kamu emekçileri, çiftçiler, işçiler, ezilen yoksul ödüyor. Adaletsizlik zaten buradan ortaya çıkıyor. Bir taraftan verginin en fazlasını emekçiden, çiftçiden, işçiden, ezilenden alacaksın, öbür tarafta da en fazla onları ezeceksin. Asıl çelişkiler bu, bu çelişkilerin ortadan kalkması lazım. Genel başkanım açıklamıştı, milli hâsıladan dönüt bile o orantıda olsa yine işçiler asgari ücrette bu sıkıntıyı çekmeyecek diyor. Onda bile adil dağılımı yok. Geliri bile ezilen kesime, alt tabakaya orantılı bir şekilde dağıtmıyorlar.
“GELİR ADALETSİZLİĞİ KAOS YARATABİLİR”
SORU: Gelir adaletsizliği bir toplumsal kaos yaratmaz mı?
K. GÖKSOY: Bizim zaten en büyük korkumuz o. Geçmiş yıllara baktığımızda, devrim tarihlerine, sosyal patlama tarihlerine batkımız zaman, bunu defalarca her yerde söylüyoruz genelde ülkelerin sömürüyü arttırıp, işsizliği artırıp, yoksulluğu arttırıp; insanları açlığa, yoksulluğa, sefalete, mahkûm edip üretimden geri düşüren durumların ortaya çıkardığı patlamalar oluyor. Biz asla ülkemizde böyle bir patlamanın olmasını asla istemeyiz. Ama insanların istem ve taleplerine cevap olmadığını bir yerde, insanların karnını doymadığı bir yerde, artık siyasetin yandaşlığın veya ideolojinin fraksyonun hükmü kalmıyor artık. Neden? Diyelim ki asgari ücret yetersiz AKP’liye de yetersiz MHP’liye de yetersiz. Eğer insanların talepleri karşılık bulmuyorsa, insanlar ailesini, çoluk çocuğunu, bakmakta yükümlü olduğu kişileri geçindirecek bir imkâna sahip değilse bu kaçınılmazdır. Yani insanların talebi bitmez. Bunun için artık siyasette bir tarafa gider yani biz piyasa da olduğumuz için, alanlarda olduğumuz için görüyoruz. Diyelim ki AKP’ye oy vermiş kişiler var, onu desteklemiş işçiler var onlar bile şuan da tepkili, onlar bile artık içten, içe sesini çıkartmaya, tepkisini göstermeye başladılar. Bu son dönemde alınan kısıtlamaları ile beraber, Mersin’de idea ediyorum en az 10 bin yakın kafeterya, restoran, çay bahçesi, kıraathane işçileri işsiz kaldı. çoğu da asgari ücretle ve altında çalışıyordu. Bu insanlar ne olacak, bu insanların taleplerine kulak ardı edilebilir mi? Bahsettiğimiz bu. Geçen yıl pandeminin başladığı ilk günlerde, sokağa çıkmanın olduğu bir günde, çöp atmaya gittiğimde bir vatandaşımız kâğıt topluyordu, dedim sokağa çıkma yağı var nasıl geziyorsun? Dedi o kadar kameranın altında da geçip geziyorum kimse gelip almıyor da. Niye dedim? Orada hiç değilse bir kuru ekmeği verirler, hiç değilse karnımız doyar. Bunu görmeyen, duymayan yerelden gelen yönetici yapar ama gözlerini kapatıp, kulaklarını tıkamışlar. Bunları biz görüyorsak herkes görüyor. Bu toplumun sorunu artık toplumsal bir yaraya dönüştü. Artık bu ekonomik kriz, pandemi krizi artık toplumsal bir mesele haline dönüştü. Bu sorunlar bireysel çözülmez, halkınla, çalışanınla, emekçinle, işçinle, yoksulunla, zengininle ortak çözülmesi lazım.
KADINLARIN YÜKÜ ARTTI
SORU: Kadınların pandemi sürecinde hem yükleri arttı hem evde hem iş hayatında hem de asgari ücretten genel olarak emeklerinin karşılığı almakta her zaman ikinci plana atıyorlar ama burada da bir ücret eşitsizliği yaşıyorlar. DİSK’ de buna dikkat çekti kadınlar asgari ücrette ayrımcılıkta yüzde yüze yakın bir oranla karşılaştılar. Özel sektörde çalışan kadınlar tabi çok daha derin bir eşitsizlik yaşıyor. Bide böyle bir durum var.
K. GÖKSOY: Şuanda kadınların yüzde 49’u asgari ücretin altında çalışıyor. Yani yarı yarıya… Aslında kadınların sorunu ülkenin en başlı, en temel sorunlarından biri… Kriz dönemlerinde pandemi dönemlerinde, bakıyorsunuz şiddet, katliamlar arttı. Evde kalan yoksullukla cebeleşen, hıncını ilk olarak evdeki eşinden kızından çıkartıyor. Bu da Ülkenin en kanayan yaralarından biridir. Öbür tarafta kadınların görünmeyen emekleri hiçe sayılıyor yani burada, İktidarın, yöneticilerin bunları görmemesi mümkün mü? İşlerine gelmiyor. Oysa bunların hepsi görünmeli. Bu Ülkede kadın erkek eşitliği sadece nüfusta da böyle bir eşitliğin olduğu bir yerde de Oysa bakıyorsun istihdam alanların da, yönetim alanlarında ülkeyi çeşitli kademelerde ciddi bir eşitsizlik orantısızlık var. Şimdi bütün siyası partilerin ağsında kadın kotası var. Oysa olması geren bu, temsilliyete de, yönetim de de her kadroda olması geren bu. Bizim bunların önünü açmak lazım, bunların önünü açtığımız gibi, bunları doğru telaffuz etmek lazım, söylemle pratiğin örtüşmesi lazım. Kadının olmadığı yerde özgürlüğün olacağına inanmıyoruz, kadının olmadığı yerde eşitliğin olacağını da inanmıyoruz. Kadın özgürleşmeden toplumun özgürleşmeyeceğini de biliyoruz. Bu konu da samimi olmak lazım, Bu samimiyeti göstermedikleri sürece, kadının ezilmesi çocukların ezilmesi demek, kadının ezilmesi Ülkenin ezilmesi lazım, kadının sömürülmesi bizim sömürülmemiz demek. Yani sonuçta ortak bir yaşam alanı var, orantılı bir nüfusu var ve yetenek olarak da, gerçekten kadınların olduğu yerde daha başarılı sonuçların elde edildiğini de görüyoruz. Buna rağmen erk zihniyetinden vazgeçmiyorlar, esnemek lazım bunun içinde samimi olmak lazım. Söylem ve pratiğin örtüşmesi lazım. Kadınların yetkilendirilmesi her alan da görev alınması bir lütuf değil olması gerekir.
ASGARİ ÜCRET 3800 TL OLMALI
SORU: Asgari ücretlinin kaderini belirleyecek süreç devam ediyor, beklentiniz, öngörümüz nedir?
K. GÖKSOY: DİSK’in açıkladığı 3 bin 800 liranın altında kabul etmiyoruz. Biz ne açıkladıksa o, altındaki rakamı kabul etmiyoruz. Bununla ilgili de bir eylem planı çıktı Çarşamba günü bütün bölgelerde DİSK’e bağlı bölge başkanlıklar da açıklama yapılacak, öbür hafta bütün iş yerlerinde bildiriler dağıtılıp, bildirilerimiz okuyacağız.
SORU: DİSK asgari ücreti kendisi için değil tüm emekçiler için istiyor üye olmanıza gerek yok bunun için, özellikle sosyal medyayı da çok aktif kullanıyor Ülkemiz, buradan da bir baskı yaratılabilir değil mi?
K. GÖKSOY: Kıdem tazminatıyla ilgili, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu meclisin önüne gittik, genel başkanımız barikatı aşmaya çalıştı Arzu Çerkezoğlu’ yu yaka paça çektiler. Fakat sonuçta yasa geri çekildi, bu yasa yapmış olduğumuz eylemlerden değil, öncülüğünü DİSK yaptı evet ama altındaki yorumlara bakıldığında AKP’lisin de MHP’lisine CHP’lisine herkes destekledi. DİSK zaten onu biliyor diyor ki; bu asgari ücretin hayat bulması için illa da DİSK’li olmanıza gerek yok. Emekten yana tavır alan, emeğini korumaya çalışan, insanca yaşanır bir ücreti herkesin buna sarılması lazım birlikte omuz, omuza mücadele etmemize katkı sağlaması lazım diyor. Bizde buna sesleniyoruz. Diyoruz ki; bu sadece devrimci işçi sendikaların sorunu değil, bu emekçinin işçinin, esnafın, ezilenin, öğrencinin, gencin hepsinin ortak sorunudur. Toplumsal bir sorundur ve toplumsal sorunları birlikteliklerle aşılır diyoruz. Ve bu toplumsal birliktelik için herkesi dayanışmaya çağırıyoruz.