Haber Merkezi
19. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin Mersin programı çeşitli etkinliklerle devam ediyor. Program kapsamında Toroslar’da bulunan Yunus Emre Kültür Merkezi’nde saat 15.30’da bir araya gelenler Kazım Öz’ün “Bir Varmış Bir Yokmuş” filminin özel gösterimini izledi. Sonrasında Kazım Öz ile kısa bir söyleşi yapıldı.
Söyleşide konuşan Kazım Öz, belgeseline konu olan işçilerin Orta Çağ köleciliğine benzer bir biçimde çalıştığını belirten Öz, “Ben o zaman, ‘Ya bu Kürt sorunun çözülmemesinin çok önemli bir nedeni de galiba bu’ gibi bir çıkarımda bulunmuştum. Kürtler; alt işler dediğimiz, kol ve beden gücüne dayalı, herkesin yapamayacağı ağır işleri yapıyorlar. Bu sektörden de binlerce insan çok büyük paralar kazanıyor. Aslında İstanbul burjuvazisi, tam da buradaki emeği paraya çevirip çok iyi koşullarda yaşıyor. İşçilerin ise kışı başka bir trajedi yazı da başka bir trajedi ile geçiyor. Kışı evde geçirmiyorlar, yazın da evde açlar” diye konuştu.
“BİR YÖNETMEN YARATICI SANAT ALANINDA BİR ŞEY YAPIYORSA ÖNCE ONU YAŞAMALI”
Öz, belgeselin çekiminin ilk zamanlarında patronun ‘reklam’ düşüncesiyle kendilerine yakın bir yerde durduğunu ancak Kürt işçilerle haşır neşir olmalarıyla beraber patronun çadırından kovulduklarını söyledi. Patronun da ezilenlerden biri olduğu çıkarımını yapan Öz, sözlerini şöyle sürdürdü: “O hiyerarşik zincirde patron da yarı işçi konumunda. Bazı yıllar iflas ediyor, bazı yıllar onu kurtarmaya çalışıyor, o da çadırda kalıyor. Patron eski bir MHP’liydi. Tabi mesele iş ve para olunca, Kürt işçilerle çalışmaya başlayınca hayatında bir kırılma yaşadı. Çünkü o da söylüyor, ‘bu işi ancak Kürtler yapabiliyor’ diyor. Hem işçiler hem patron, kameramızın turistik bir kamera olmadığını, samimi bir kamera olduğunu anlayınca bize yardımcı oldu. O sıcakta onlar tarlada çalışıyordu. Biz zaten bu filmi iki kişi çektik. Onlar gibi, bir işçi gibi çalıştık. Onlar bazen bizim kameramızı taşıdı. O da benim belgesel çekme konusundaki yaklaşımımla ilintili. Bir yönetmen yaratıcı sanat alanında bir şey yapıyorsa önce onu yaşamalı, sonra hak etmeli ve filmleştirmeli. Yoksa biz de onların emeğini sömürmüş bir durumda olacaktık.
“TÜRKİYE’DE SİNEMA SANSÜRÜNÜN DEVLETİN KENDİSİNİN VE MEKANİZMALARI TARAFINDAN YÜRÜTÜLÜYOR”
Ardından Onur Aytaç’ın moderatörlüğünü yaptığı, akademisyen Dr. Sonay Ban ile yönetmen Kazım Öz’ün konuk olduğu “Sinemada Sansür” başlıklı bir panel yapıldı. İlk olarak söz alan Aytaç, sinemada sansür örneklerine dair kısa bir aktarımda bulundu. Dr. Sonay Ban, Türkiye’de sinema sansürünün devletin kendisinin ve mekanizmaları tarafından yürütüldüğüne işaret etti.
Ban konuşmasını şöyle sürdürdü: “Türkiye’de devlet her zaman baki. İstediği zaman daha ön plana çıkıyor ve sansürü göstere göstere uyguluyor. Kimi zaman da vekilleri ön planda tutarak sansürü uyguluyor. Bu yolla her zaman baki kalıyor ve istediği zaman devreye giriyor. Peki bu taşeron olarak düşünebileceğimiz aktörler kimler? Film festivalleri, sinema örgütleri, yerel yönetimler, fon kuruluşları ve akademiye atanan kayyım yönetimler. Bunların hepsi devletin vekilleri olarak sansürü uygulayabiliyor. Sinemacıların kimi zaman yargılandığı, hapse girdiği bir süreçten bahsediyoruz. Bunlar da aslında bu süreçlerin parçaları. Sansür, bahsettiğim aktörler üzerinden her an olabilecek şekilde veya hiç olmayacağını düşündüğümüz yerlerde karşımıza çıkabiliyor.”
“KEYFİ UYGULAMALAR VE SİYASİ KONJEKTÖR SANSÜRÜ ŞEKİLLENDİREN BİR YERDE DURUYOR”
Türkiye’deki sinema sansüründe keyfi uygulamalara dikkat çeken Ban, kimi dönemlerde “sakıncalı” olarak adlandırılan filmlerin kimi zaman bu kategoriden çıkarıldığına işaret etti. Ban, sözlerini şöyle sürdürdü: “Barış sürecinde Kürt meselesiyle ilgili bazı filmlerin, devletin onayıyla ve desteğiyle gösterilebildiğini görmüştük. ‘2 Dil 1 Bavul’ filmi o süreçte gösterim desteği almıştı çünkü o süreçte işlerine yarıyordu. Bakın biz Kürtleri engellemiyoruz, sanat yapmalarına izin veriyoruz diyebilecekleri, vitrin gibi kullanılmış bir filmdi. O dönemde, barış süreci devam ederken, Kürtlük ile ilgili bir film gösterilebiliyordu yada belli konularda müsemma gösterilebiliyordu. Tam o barış sürecinin bittiği süreçte ‘Bakur’ vakası ortaya çıktı. ‘Bakur’ gösteriminden bir gün önce bir çatışma oldu. Kültür Bakanlığı’na doğrudan bir telefon geldi ve eser işletme belgesi istenildi. Daha önceki filmlerde ise bu belge istenmemişti. Keyfi uygulamalar ve siyasi konjektör sansürü şekillendiren bir yerde duruyor. Bu da keyfiyeti gösteren örneklerden yalnızca biri.
“MUHALİF OLARAK GÖRÜLEN HER TÜRLÜ SANAT ESERİNE KARŞI ÖZEL BİR SAVAŞ POLİTİKASI MI YÜRÜTÜLÜYOR?”
Daha sonra söz alan Kazım Öz, dünyada yaygınlaşan sansüre dikkat çekti. Öz, “Benim yaptığım işi benden daha fazla önemseyen birileri var. Devlet bu konuda hiç boş durmuyor. Burada göremediğimiz, fark edemediğimiz bir politika var. Muhalif olarak görülen her türlü sanat eserine karşı özel bir savaş politikası mı yürütülüyor?” diye sordu.
Öz, Polonya Film Festivali kapsamında gösterime alınması planlanan 4 filminin gösterime 2-3 gün kala “Kusuram bakmayın. Türkiye Kültür Bakanlığı tarafından uyarıldık. Bu filmleri gösteremeyeceğiz” gibi bir mail ile iptal edildiğini anımsattı. Barış dönemi olarak görülen 2014 yılında olayın gerçekleştiğine işaret eden Öz,“Yani sadece Türkiye içinde değil sınır ötesi sansür diye bir kavram da var. Türkiye iktidarı sınır ötesi sansür çalışması yapıyor. Bu da çok özel bir savaş örneği diyebiliriz. Demek ki Türkiye’den yurt dışına giden sanat eserlerinden sorumlu birileri var ki bu telefonlar açılıyor. Bu görevler yerine getiriliyor” dedi.
ZER’E SORUŞTURMA
Türkiye’de Kürtler tarafından çekilen hiç propaganda filmi olmadığını ancak TRT’nin propaganda filmleriyle dolu olduğunu söyleyen Öz, şunları söyledi: “Bizim yaptığımız filmlere propaganda filmi diyorlar. Muhalefet adı altında birtakım güçlerin sansürü de var. Mesela Adana Altın Koza Film Festivali Yılmaz Güney adına ödül veriyor. Yılmaz Güney ki sanatı dışında politik bir kimliği olan biri. Yılmaz Güney adına ödül veriyor ama ben 10'uncu filmimi çekiyorum, gönderiyorum, hiçbir filmi kabul etmiyor. Filmi kabul etmemenin sebepleri olur. Ancak Polonya’da seçilen bir filmin, Fransa’da gösterilen filmleri göstermemenin nedeni estetik ve sinematografi ile ilgili değil. Zer, Dersim katliamını anlatan, içinde Zazaca, Kürtçe var. Bu yüzden kabul edilmiyor. Demek ki Altın Koza bundan dolayı kabul etmiyor ama Yılmaz Güney adın da ödül veriyor. Burada çok sinsi bir politik akıl işliyor.
“SANSÜRÜ KIRMANIN YOLU KİTLELERLE SANAT ESERİNİ BULUŞTURMAK”
“Düşmanın taşı değil dostun gülü yaralar” diyen Öz, muhalefeti ve sinema örgütlerinin de eleştirdi. Sansürün her dönemde farklı bir yol bularak başarılı bir şekilde uygulandığını söyleyen Öz şöyle devam etti: “Bahoz batıda propaganda filmi diye gösterilmezken Diyarbakır’da da sen bizim kültürümüze karşı filmler yapmışsın diye göstermediler. Çıplaklık ve seks sahneleri olduğu için gösterilmedi. Hayatın içinde sevişmek varsa, çıplaklık varsa filmde de olabilir. İkisinden de önemli bir şey var. Kraldan daha kralcı, devletten daha devletçi bir şey var: Otosansür. Üretici de bunu yapıyor. Film çektikten sonra filmi bilgisayardan çıkarmamaya dönük bir otosansür uyguluyor. Biz bununla mücadele etmezsek bu sistemi ayakta tutmuş olacağız. Zer filmini herkes paylaştı, konuştu. Film yönetmenleri derneğimiz ses çıkarmadı, paylaşmadı. İşçi sınıfı nasıl bitirildi? Sarı sendikalarla bitirildi. Burada da sarı derneklerle bizi bu hale getirilmeye çalışılıyoruz. Peki sen film yönetmenleri derneğini niye kurdun, hepimize ne vaat ettin? Biz de bunlar eleştirmek zorundayız. Buradaki seyircinin müdahalesi de çok önemli. Seyircinin affetmemesi lazım. Hem bu anlamdaki eleştirilere reaksiyon alması hem de doğru sanat eserlerine ulaşmanın yolunu bulması lazım. Bizler, kitlelerle sanat eserlerini buluşturduğumuz takdirde ancak bu sansürü kırabiliriz.
Sorunla birlikte çözümün de konuşulması gerektiğini söyleyen Öz İFF’nin sansürün kırılmasındaki rolüne dikkat çekti. Bu tür alternatif çalışmaların muhalefet ve kitlelerle birlikte desteklenmesi ve örgütlenmesi gerektiğini söyleyen Öz, “muhalefet olarak değerlendirebileceğimiz kişilerin sanat eserleriyle buluşması lazım. Burada daha büyük bir kitle toplamalı, burayı finanse etmeliyiz. Bu kısmı büyütmek gerekiyor öncelikle seyirciye bir kapı açmalıyız. Sinemada büyük bütçeler, teknik kadrolar lazım oluyor. bu yüzden bu tür yapılarda dayanışmaya ihtiyaç var” diyerek sözlerini sonlandırdı.