Öte yandan batının ‘bireyselci’ yapısına karşın ülkemizin ‘toplulukçu’ yapısının önemli bir avantaj olduğunu da dile getiren Psikolog Dr. Sema Bengi Gürkan, “İmececi tarzımız daha az zarar görmemizi sağlıyor” diye konuştu
Mehmet Nabi Batuk
Günümüz insanlarının yoğun olarak maruz kaldığı kaygı duygusu, ruh sağlığını etkileyen önemli unsurlardan biri olarak öne çıkmaya devam ediyor.
Peki, kaygı dediğimiz bu duygu nedir? Toplumun ruh sağlığı üzerinde ne gibi etkilere neden olabilir, bir hastalık mıdır, çevremizdeki stres ve kaygı artışı toplumu nasıl etkiler, kurtuluş yolları nelerdir? Tüm bu soruların cevaplarını Toros Üniversitesi Öğretim Üyesi Psikolog Dr. Sema Bengi Gürkan ile konuştuk.
“YAŞADIĞIMIZ TOPLUMSAL OLAYLAR İNSANI ETKİLİYOR”
SORU: Günümüz Türkiye’sini değerlendirdiğimizde sizce, toplumun ve toplumda yaşayan bireylerin ruh sağlığı nasıl?
S: GÜRKAN: İnsanlar Bio- psiko- sosyal varlıklar. Öyle olduğu içinde yaşadığımız toplumsal olaylar insanı etkiliyor. İnsanların içerisinde bulunduğu toplumsal koşullardan etkilenmesi zaten beklenen bir durumdur. Ama bunun düzeyini belirleyebilmek için de bir takım araştırmalar yapmak, istatistiki sonuçlarla konuşmak daha doğru olur. Bilimsel anlamda bunu anlayabilmek için araştırmalar yapmak lazım. Şu anda ruh sağlığında kriterler nedir? Bireylere ne oluyor? Diye halk sağlığı uzmanları ve psikologlar alanlarda bununla ilgili birçok çalışmalar yapıyorlar.
“KAYGILARINIZIN ARTMASI BİR İŞARET OLABİLİR!”
SORU: Bu kaygı dediğimiz şey nedir? Çevrimizde kaygı duyan insanların sayısında artış var mı?
S: GÜRKAN: Kaygı bir duygudur. Genellikle Latince bir kelimeden türetilmiş ve Türkçe’ye anksiyete olarak geçmiştir. Anlamı; bunaltı, bunalmak, boğulmaktır. Türkçede kaygı bozuklukları bunaltı bozuklukları olarak anlatılır. Duyguların iyisi ya da kötüsü var diye düşünmüyorum. Genellikle her duyguda olduğu gibi kaygıda bir işarettir.
Kaygıda ‘ya şöyle olursa, ya böyle olursa, ya kötü olursa, ya işsiz kalırsam’ diye kullandığımız cümleler vardır. Bunlar hep ‘ya’ ile başlayan ve geleceğe yönelik olumsuz senaryoların olma olasılığını düşündüren cümlelerdir. Ayrıca kaygı daha çok; risk, tehdit ve tehlike algılamadır. Eğer belirsizlik bir birey için riskliyse, tehdit içeriyorsa, kontrolünü kaybediyorsa kaygı bunlarla ilgili ortaya çıkar. Tekrar eden temalar vardır. Günümüzde kişilerin; ‘üç ay sonra ne olacak?’, ‘işimden olacak mıyım?’ gibi bir düşüncesi varsa, bu durum geleceğe yönelik bir risk, bir tehdit barındırıyorsa kaygıya neden olur.
TERLEME, GÖZ BEBEKLERİNİN BÜYÜMESİ, KALP ÇARPINTISI VE NABIZ YÜKSELMESİNE DİKKAT!
SORU: Kaygı olumsuz bir duygu diyebilir miyiz? Bu duygu bireye ve aile kavramına ne yapar?
S: GÜRKAN: Aileyi de etkiler ama bireyde ne olduğuna bakacak olursak; kaygının fizyolojik belirtileri de vardır. Terleme, göz bebeklerinin büyümesi, kalp çarpıntısı, nabzının yükselmesi gibi fizyolojik belirtileri vardır. Bununla birlikte duygusal belirtileri vardır. Panik hissi, boğulacak gibi olması, karamsarlık, korkularının olması, yorgunluk gibi duygusal boyutları vardır. Düşünsel boyutlarında da çaresizlik, sanki herşeyin kötü olacağıyla ilgili senaryoların olması gibi bireyde maliyetleri budur. Genellikle de yoğun olduğunda kişi sanki nefes alamayacakmış gibi çıldıracakmış gibi sanki nefes açlığı çekiyormuş gibi boğulacakmış hissi yaşar ve yerinde duramaz, ajitedir. Bir huzursuzluğu vardır bir buraya gider sanki yaşadığı dünya ona dar gelir. Sanki oksijeni az kalmıştır. Oldukça maliyetli ağır bir duygudur. Eğer iyi yönetilmezse ve yoğun kaygı yaşıyorsa düzeyleri de vardır.
HATALIKLARIN TEMELİNDE KAYGI OLABİLİR!
SORU: Kaygı, stres kavramları birbirlerine çok benziyor. Kaygı duygusu birçok hastalığın nedenleri arasında gösterilen stresin yaratıcı bir nedeni midir?
S: GÜRKAN: Stres, gerilim daha çok düzenin farklılaşması, değişmesi ortama bir farklılığın konması ile ortaya çıkar. Ancak stres illa kötü demek değildir. Bir distres dediğimiz olumsuz, bir de stres ve birde yustres dediğimiz olumlu ve mutlu bir stres vardır.
Mesela terfi; mutlu bir strestir. Hayatımıza eklenen, dengeyi bozan olumsuzluk ise distrestir. İyi yönetilmeyen kaygının kökeninin, stres olabileceğinden söz edilebilir. Mesela bir takım endokrinolojik bozukluklar, hiper tansiyon ve astım gibi hastalıklarının temelinde, iyi yönetilmeyen kaygının olduğu söylenebilir. Hekime gittiğinizde size söyler; ‘stresten uzak durun’ diye. Araştırırlar tansiyon ile ilgili belirgin bir biyolojik faktör yoksa kişi stresini, kaygısını doğru yönetemediği için hekim buna karar verebilir.
BİZİ KURTARAN TOPLULUKÇU YAPIMIZ
SORU: Kaygılı insan sayısında bir artış var mı? Var ise bu durum Toplumda gerilemeye neden olur mu?
S: GÜRKAN: Hangi toplum, hangi kültür bunlar önemlidir. Örneğin Türkiye’de toplulukçu bir yaklaşım tarzı vardır. Bireysel değil de daha kolektifçi bir toplumumuz. Birbirimizi daha da destekleriz. İmece kavramı ve yardımlaşma kavramları vardır.
Bu toplulukçu yapı batılı bir toplumda olsa, tansiyon çok yüksek algılanacakken bizim toplumumuzda algılanmamasının nedeni sosyal desteklerimizin çok olmasındandır. Örneğin bizim ülkemizde bir kişi işsiz kaldığında aileler ve yakınları hemen devreye girer. O kişilere yardımcı olur, onu yalnız bırakmazlar.
Bunlar bizim toplumumuzun; toplumcu, kolektif yönü olup olaylardaki tepkileri azaltan bir faktör oluyor. Zor, özellikle de stresli zamanlarda, stresle baş etme tarzımızda sosyal desteklerimizin olması aslında sağlıklı ve güçlü bir yöndür. Çünkü yardımlaşma, imece var. Bu yardımlaşma sadece ekonomik anlamda değil. Sıkıntını yakınınla paylaşabiliyorsun. Bu da ne yapıyor; baskıyı ve stresi azaltıyor. Bireysel toplumlarda komşunla buları tartışamaz, konuşamaz veya ailenden böyle bir destek alamazsın.
“TRAVMA BİZİ BÜYÜTÜR”
SORU: Kaygılı bireyleri rahatlatmak için neler yapılabilir?
S: GÜRKAN: Stres ile baş etmenin yolları, tarzları vardır. Bazı kimseler sorunlara iyimser olarak bakma tarzını kullanıyorlar. Diğer bir yöntem ise sosyal desteklerin aktif olarak kullanılması…
Öte yandan bu tür kriz ortamları kişinin gelişmesine de neden olabilir. Travmalar bazen kişiyi geliştirir büyütür. Yani travma bizi büyütür. ‘Öldürmeyen şey güçlendirir’ diye bir bakış açısı da var. Bu ‘travmatik büyüme’ diye bir kavramdır. Evet biz ayaktaysak, mücadele ediyorsak aslında kendimiz ile ilgili hayat ile ilgili sevdiklerimiz ile arkadaşlarımızla ilgili birçok şeyi de öğreniyoruz bu zamanlarda.