Vatansız kalmayı en iyi bilen olarak Anadolu’ya sıkı sıkı sarılan ve kanının son damlasına kadar bu ülkenin bağımsızlığı için mücadele etmekten çekinmeyen Kafkas kökenli vatandaşlar, kendilerine yapılanların unutulmamasını ve kültürlerini yaşatabilmeye kadar pek çok konuda daha fazlasını hak ediyor!
HEDİYE EROĞLU
Çarlık Rusyası’nın Çerkesleri anavatanları Kafkasya'dan sürmesinin üzerinden 153 yıl geçti ancak sürgünün neden olduğu acı hafızalardaki yerini koruyor.
Ana vatanlarından sürgün edilen Çerkeslerin yaşadığı tarihi trajedi her sene 21 Mayıs'ta anılırken, yaşadıkları trajedinin tanınmasını isteyen Kafkas hakları daha fazlasını hak ettikleri konusunda birleşiyor.
Zira resmi olmayan rakamlara göre, 1,5 milyona yakın Çerkes sürgüne tabi tutulurken yol şartları, salgın hastalıklar, açlık gibi nedenlerden dolayı 400 bin ila 500 bin kişi hayatını kaybetti.
Gazetemize konuk olan Mersin Kafkas Kültür ve Yardımlaşma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Şevket Şamil Koç, hem Büyük Çerkes Sürgünü hem de Kafkas halklarının taleplerini anlatarak, yaptıkları çalışmaları anlattı.
“NESİLLER BİRBİRİNE SAVAŞ BIRAKTI”
SORU: Büyük Çerkes Sürgünü nedir? Buradan nasıl bir ders çıkarmamız gerekir?”
Ş.Ş. KOÇ: Çerkesler, Kafkasya’nın yerli halklarıdır. Bilinen tarih sürecinden beri Kafkasya’da yaşıyorlar. Dağların arasında kendilerine has bir uygarlık, bir medeniyet, davranış ve kültür geliştirmişler. Özünde saldırgan olmayan, barışçıl, geçimli bir halk. Bununla beraber coğrafyalarının konumu gereği, sürekli olarak savaşlarla karşı karşıya kalmışlar. Düzenli ordu ile savaşmaya başlamaları, 1763 yılındaki Osmanlı-Rus Savaşı ile başlıyor. Çerkes milleti, Kırım’ın yanında, dolayısıyla Osmanlı’nın yanında Ruslara karşı savaşa girişir. Çerkesler için bu savaş 100 yıl sürüyor.
Rusya’nın buraya sürekli saldırıyor olmasının altında sıcak denizlere inme eğilimi yatarken, Ruslar Akdeniz’e ulaşma hayallerini Osmanlı üzerinden gerçekleştirmeyi planlıyor. Çerkesler de burada, ‘kendimizi savunuyoruz’ derken, aslında Rus ordularının Osmanlı İmparatorluğu’na girişini engelliyor. Diğer yandan 100 yıllık savaş, bu insanların karakterlerini de yaşam biçimlerini de değiştiriyor. Çerkes kostümleri ve kıyafetlerine bakıldığında; her zaman fişekler, kamalar görürsünüz. Her an savaşa hazır durumda olmak zorunda oldukları için bu durum gelişti, gelenek ve adetlerine de yansıdı.
Doğal olarak ticari yapının gelişmesi, feodal yapının değişimi sıkıntılı oldu. Ve Çerkes toplumu artık sadece savaştan ibaret bir toplum haline geldi. Nesiller birbirlerine miras olarak savaşı bırakır oldu.
Yani Ruslar, Kafkasya’yı istedi ama içerisinde Kafkasyalıları istemedi. Sürgün de burada vücut buldu. Çünkü Çerkesler kaldığı sürece, bu direniş hiçbir zaman bitmeyecekti…
Bugün Türkiye’deki Çerkesler, bu ülkedeki birçok rengin parlak görünenlerinden birisi. Türkiye’de, yaklaşık 5-6 milyon civarında Çerkes’in yaşadığı tahmin ediliyor.
Şöyle ki Anadolu coğrafyasına ulaşan 800 bin civarında Çerkes’in olduğunu biliyoruz, 1864 yılından itibaren. Bu süreçte nüfus artışı dikkate alındığında ulaştığı rakam budur. Bununla beraber 153 yıl içerisinde büyük bir asimilasyon yaşandı. Birçoğumuz artık Çerkesce’yi konuşamaz, anlayamaz haldeyiz. Özellikle birçok gencimiz Çerkes geleneklerinin, Çerkes tanımının neyi ifade ettiğini bile bilmiyorlar.”
“KAFKASYA’DA YAŞANAN, HEM HUKUKİ HEM DE SİYASİ AÇIDAN BİR SOYKIRIMDIR”
SORU: Buna bir soykırım diyebilir miyiz? Bu soykırım, trajedin veya sürgünün tanınması için yürütülen çalışmalar ne aşama?
Ş. Ş. KOÇ: Soykırım, bir yerde hukuki, bir yerde siyasi bir kavramdır. Bu çerçevede bakacak olursanız, Kafkasya’da yaşanan, hem hukuki hem de siyasi açıdan bir soykırımdır. Çünkü bir halkın kasıtlı olarak yok edilmesi anlamına gelir.
Bizim 21 Mayıs tarihinin netleşmesi, anma günü olarak kabul edilmesinin bir nedeni var… 21 Mayıs 1864’te Kafkasya Orduları Genel Komutanı ve Rus Çarı’nın kardeşi Grandük Mihail’in yayınlamış olduğu bir kararname var. Bu kararname Kafkasya’da yaşayan tüm toplumların, özellikle Çerkeslerin, Kafkasya’yı boşaltmaları konusunda. Ya Sibirya’ya gidecekler ya da bir şekilde Kafkasya’dan ayrılacaklar. İşte burada işin ticari boyutu ortaya çıkıyor. Tahliye için Osmanlı İmparatorluğu’ndan birçok gemi geliyor. Ruslar sürgünün bir an önce bitmesini isterken, tahliye için gelen gemilere, kişi başına para ödeniyor. Bu sefer de gemiler, 100 kişilik ise 300 kişi alıyor. Farklı kaynaklardan edinilen bilgilere göre, 1,5 milyon civarında Çerkes’in, çok kısa bir süre içinde Kafkasya’nın dışına gönderildiğini biliyoruz. Salgın hastalıkların etkisiyle bu insanların yarıya yakını hayatını kaybetmiş, aileler bölünmüş, geçim kaynakları yok edilmiştir.
Çok acı ve ağır anekdotlar vardır. Örneğin ‘Yistanbulako’ diye bilinen ve her sürgünde bir sembol haline gelmiş ağıtta; ölen çocuğunu denize atmasınlar diye yol boyunca ninni söyleyen bir anne anlatılıyor.
Kafkasya’yı boşalttılar ve oradaki insanlara tarihin bile kaydetmekte zorlandığı bir zulüm uygulandı. Sağ kalanlar buraya ulaştı, hatta bazıları dünyanın farklı yelerine sürüldü.
Ama alışkın oldukları bir coğrafya yerine dilini bilmedikleri, alışık olmadıkları yerlere gönderildiler. Osmanlı halkının tüm yardım ve iyi niyetine rağmen direnişin politik boyutu var. Dikkat ederseniz, Türkiye haritası üzerinde Çerkesler, bugün Samsun’dan başlayıp, Sivas, Yozgat, Çorum, Kayseri, Maraş, Adana, Hatay üzerinden Golan Tepeleri’ne, İsrail üzerinden Mısır’a kadar düz bir çizgi halinde yerleştirilmiş durumdadır.
Anadolu’nun doğusu ile batısı arasında bir tampon bölge oluşturuldu. Çünkü bu insanlar savaşçıydı ve bu güçten yararlanılmalıydı. Osmanlı İmparatorluğu bu insanlardan 5 yıl süreyle vergi alınmayacağı, 15 yıl süreyle de askere gönderilmeyecekleri gibi şartlar öne sürmüştü. Ancak Çerkesler geldiklerinin 3’üncü yılında askere alınmaya başlandılar. Türkiye’de Çerkeslerin yerleştirildiği ikinci hat ise, Düzce-Adapazarı bölgesinden Biga’ya kadar uzanan Marmara Bölgesini çeviren alandır. Buranın amacı da; muhtemel bir Anadolu isyanının Marmara’ya sirayet etmesini engellemektir.
Üçüncü hat ise, Balkanlar’dan yine, Varna-Köstence-Burgaz hattı üzerinden Marmara Bölgesi’ni çeviren bölgedir. Bu Balkan hattı, 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi, bilinen adıyla 93 Harbi ile boşaltılmış, buradaku Çerkesler ikinci bir sürgün yaşayarak bu sefer de Arap ülkelerine, Ürdün’e, Suriye’ye gemilerle gönderilmişlerdir.
Bugün Mersin’de sadece bir tane Çerkes Köyü olup, bu köy de Balkanlar’dan ikinci defe sürülenlerin kurduğu bir alandır.
“ANADİLDE EĞİTİM, YAYIN HAKKI İSTİYORUZ”
Çerksesler: hem askeri yetenekleri hem de geleneksel disiplin anlayışları, vatana bağlılıkları, biraz tutucu, özellikle mücadeleci ruhlarıyla önce çıkan bir kimliğe sahiptirler. Bununla beraber, aynı ruh, kendi kimliklerini yaşamaları konusunda biraz sıkıntı yaratır.
Örneğin Kafkasya’da kalan Çerkesler, Rus işgali altında bir toprakta yaşamalarına rağmen, Çerkesce eğitim görüyor, Çerkesçe yayın yapıyor ve özerk yönetim birimleri, tercihlerini kullanabiliyor, kendi kimliklerini taşıyabiliyorlar.
Türkiye’de yaşayan milyonlarca Çerkes için ise böyle bir durum söz konusu değil. Evet son birkaç yıl içerisinde yapılan güzel çalışmalar var. Örneğin Düzce Üniversitesi’nin Çerkes Dili ve Edebiyatı Bölümü açması; Kayseri Üniversitesi’nin bölüm açması güzel fakat bunlar çok geç kalınmış adımlardır…
Bugün mesela bir Çerkes TV’ye ihtiyacı var bu ülkenin. İnsan yok olmuyor ancak bir tarih, bir kültür, bir geçmiş, bir birikim yok oluyor. Bu ülke için çok önemli bir değerdir. Çerkesce’nin en geniş kapsamlı lehçesi Ubıh dilidir ama artık yok. Son bir kişi kalmıştı o da geçtiğimiz yıllarda vefat etti. Ben bu ülkede yaşayan bir Çerkes olarak şunu söylüyorum, Çerkesler daha fazlasını hak ediyorlar.
“ANAVATANA GİDEN KAPILAR AÇILSIN”
SORU: En önemli sorunlardan birisi de diplomatik sorunlar nedeniyle anavatana erişim sanırım, doğru mu?
Ş. Ş. KOÇ: Evet. Örneğin; Abhazya Cumhuriyeti, 30 yıl kadar önce bağımsızlık ilan etti. Bağımsızlık savaşı Gürcistan’a karşı verildi. Gürcistan’ın Abhazya’yı 1 günde ilhak etmesi üzerine hemen savaşa girişildi. Yaklaşık 1 yıl süren savaştan sonra bağımsızlık ilan edildi. Dünya üzerinde bu bağımsızlığı tanıyan 5 tane ülke var, Rusya Federasyonu başta olmak üzere. Gerek Kafkas Dernekleri Federasyonu, gerekse Abhaz Federasyonu olarak, yıllardır Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne. Abhazya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının Türkiye tarafından tanınması için teklifte, öneride bulunuyoruz. Türkiye’nin kendince şartları var, NATO üyesi, BM’de… Her kararı kendi başına vermiyor. Fakat en azından yollar açılsın. Burada yaşayan yüz binlerce Abhaz kökenli insan ata yurduna gidip gelebilsin, oradaki akrabalarıyla kucaklaşabilsin. Evet, belki resmi bir tanıma için erkendir, zaman müsait değildir ama farklı kanallar, yollar açılabilir. Bu son derece insani bir taleptir. İstememiz de gerekir. Türkiye, yabana atılacak bir ülke değildir.
“ÖRGÜTLÜ TOPLUMLAR BİR SONUCA ULAŞABİLİRLER”
SORU: Çerkesler taleplerini yeterince anlatamıyor. Bu konuda hiç öz eleştiri yapıyor musunuz?
Ş,Ş,KOÇ: Örgütlü toplumlar bir sonuca ulaşabilirler. Oturduğumuz yerde söylemenin veya sitayişlerde bulunmanın bir anlamı olmaz. Bunun organize bir şekilde yürütülmesi gerekir. Hukuki anlamda ne yapılması gerekiyorsa planlanıp yapılması gerekir. Mersin’de, bu alanda çalışan bir Kafkas Kültür ve Yardımlaşma Derneği var, 400’den fazla üyesi olan bir dernek. Çerkeslerin yaşadığı bütün illerde bir örgütlü yapı hatta iki yapı var.
Şu an Türkiye’de en büyük örgütlü yapı Ankara’da bünyesinde 54 derneği barındıran Kafkas Dernekleri Federasyonu’dur (KAFFED). KAFFED aynı zamanda dünya çapında kurulmuş olan Dünya Çerkes Birliği’nin de kurucu üyelerinden birisidir.
Ayrıca İstanbul merkezli Çerkes Federasyonu (ÇERFED) da yine bir diğer örgütlülük çatısıdır. Bir de Abhazya kökenlilerin kendi aralarında kurdukları ABHAZ-FED şeklinde bir federasyon bulunmaktadır. Taleplerin hayata geçmesinde ancak bunlarla bir ilerleme kaydedilebilmektedir.
Bugün, Temsil Edilmeyen Milletler ve Halklar Organizasyonu’nda (UNPO), Çerkes toplumunun temsil edilebiliyor olması, ‘soykırım’ demeyelim ama en azından ‘sürgünün’ kabul edilmiş olması ve Çerkeslerin Kafkasya üzerinde hakları olduğunun bizzat Rusya Federasyonu Devlet Başkanı tarafından itiraf edilmiş olması az şey değildir.
Rusya’nın ayırmış olduğu bir takım kotalar var. Bu çerçevede vatanına dönmek isteyen, oraya yerleşmek isteyen Kafkasyalıları da kabul ediyorlar. Özellikle Abhazya bu konuda geniş imkanlar tanıyor. Suriye krizi yaşandıktan sonra binlerce Suriyeli Çerkes de buraya aktı. Az önce ifade ettiğiniz gibi, bugün Çerkesler sadece Türkiye’de yaşamıyor. Suriye’de, 30 binden fazla, Irak’ta 200 bine yakın, Ürdün’de 250 binden fazla Çerkes yaşadığını biliyoruz.
Hepsi de bulundukları yerlerde kıymetli pozisyondalar. Yani Ürdün Sarayı’nın Muhafız Birliği Çerkeslerden oluşmaktadır.
“TÜRKİYA ARKAMIZDA DURMALI”
Türkiye’de yaşayan Çerkesler, Türkiye Cumhuriyeti’nin muteber vatandaşlarıdır. Ve Çerkeslerin böyle bir ihtiyacı vardır. Burada arkamızda durması gereken Türkiye Cumhuriyeti’dir. Biz bu toprağın insanıyız. Biz bu toprağa şehitler verdik. Vatansever insanlarız. Bu toprağın her santimi için canını feda etmeyecek bir Çerkes yoktur. Bu şekilde bir destek beklemekte Çerkeslerin hakkı olduğunu düşünüyorum. Bununla beraber, iğneyi biraz kendimize de batırmamız gerekiyor. Yani Türkiye Çerkeslerinin de bir şekilde örgütlü olup, bir takım haklara sahip olduklarını, bu haklarını korumak için de mücadele etmek gerektiğini bilmeleri gerekir.
“ÇERKES AİLELERE BÜYÜK İŞ DÜŞÜYOR”
SORU: Biraz da yeni nesle dönecek olursak son durumları nasıl Çerkes gençliğinin?
Ş. Ş. KOÇ: Onlar bizden iyiler, bunu itiraf etmek gerekir. Ben, Mersin Kafkas Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nin 90’lı yıllardan beri üyesiyim. Ve KAFFED Yönetim Kurulu’nda çalıştım, Denetim Kurulu’nda görev yapıyorum. Türkiye Çerkeslerinin bulunduğu her ortama girip çıkan bir insanım. Şunu görebiliyorum; Bizim gençliğimizde, örneğin Kafkasya’dan buraya getirilmiş olan bir takvimi, fotokopiyle çoğaltıp evlerimize asıyorduk. Çünkü üzerinde Çerkesce gün ve ay adları yazılı. Bu bizim için önemli bir şey. Şimdi gençler, istediklerini internetten fazlasıyla bulabiliyorlar. Bir tek video kasetini evden eve gezdirdiğimiz zamanlar vardı. Şimdi basıyorlar düğmeye, istediklerini internetten izleyebiliyorlar.
Aslına bakacak olursak, burada ailelere daha büyük işler düşüyor. Bu çocukları bir araya getirmek ve işin doğrusunu anlayabilecekleri bir çatı altında yönlendirmek görevi vardır. Bu işi de Türkiye’de dernekler yapıyor. Köyde iken herkes Çerkesdi, herkes ne yapacağını bilirdi. Şehre geldikten sonra birbirimizi göremez olduk. Şu anda bizim bir araya gelebileceğimiz, birbirimizi görebileceğimiz ve değerlerimizi paylaşabileceğimiz tek yerler derneklerdir.
“DERNEKTE BEKLEDİĞİMİZ KATILIMI GÖREMİYORUZ”
Ama Mersin derneği beklediğimiz katılımı göremiyor oysa yıllardır aktifliğini sürdürüyor. Tek Çerkes köyünün bulunduğu ilin bir derneği olmasına rağmen, Türkiye dernekleri içerisinde başı çeken, öne çıkan bir dernektir. Öyle de bir rolü var. Aktif, hareketli, ciddi ve önemseyen bir kadro ile çalışıyorum. Örneğin Türkiye’de pek çok dernekte uygulanan dil eğitimi, yıllardır derneğimizde sürdürülüyor.
Sıkıntı ne? Katılım çok az! Yani daha fazla katılımcı olması gerekiyor. Çünkü bu dili öğrenmek isteyenlerin başka bir adresi yok. Çocuklarımız, dillerini dernekte öğrenebilir veya geliştirebilir. Çerkes dili Kiril alfabesiyle yazılır ve okunur. Bu alfabenin öğrenilebileceği yer dernektir. Çerkesce seslerin nasıl çıkarıldığını veya iki Çerkes karşılaştığında birbirlerine nasıl hitap edebileceklerini öğrenecekleri yer dernektir. Folklor eğitimi çalışmaları yapılır. Çerkesler, tüm dünyada dansları ve müzikleriyle bilinirler. Öyle ki Kafkas dansları İran’dan Rusya’ya bütün coğrafyayı etkilemiş bir kültürdür. Bugün dünyanın her yerinde Çerkes dansının ne olduğunu, kostümüyle, müziğiyle vesaire görürsünüz. Bunların eğitimi de yine derneğimizde düzenli olarak verilir. En küçük çocuktan yetişkinlere, ikinci baharlara varıncaya kadar çalışması yapılır. Ailelerin çocuklarını biraz daha yönlendirmesine ihtiyacımız var.