Derslerini iple çekerdim. Tatlı, kendine özgü, aydınlıklı bir gülümsemeyle dersliklere, anfilere girerdi. Ders araç ve gereçlerini hazırladıktan sonra konuları anlatmaya başlardı. Zindeydi, enerjikti, derinlikli, donanımlı bir bilim kadınıydı.
“Haktan hukuktan, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesinden, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden, Brüksel Sözleşmesinden, Fransız Devriminden, insanlığın gelişim çizgisinden, bin yıllarca süren hak mücadelesinden sonra elde edilen kazanımlardan” söz eder, asla hukuk dışına çıkılmamasını, yasalar çerçevesinde hak aramanın erdeminden, gerekliliğinden söz ederdi. Kentsel dönüşümden, kamusal alandan, medyanın işlevlerinden, gazetecilik hukukundan söz ederdi. Akıcı, sevecen bir üslubu vardı, öğrencilerine asla tepeden bakmaz, onların görüşlerine, ne kadar absürt de olsa, değer verirdi. Salt kendi anlatmazdı, sorularla sınıfın düşünce ufuklarına yer verir, derslerinde katılımcı, sorgulayan, demokratik bir iklim yaratırdı.
İki yıl boyunca O'nun derslerini takip edebilmenin bahtiyarlığını yaşadım. Onun derslerinde zihnimin, aklımın nasıl açıldığına tanık oldum. O'nun derslerini izlemek, dinlemek, derslere ucundan kıyısından katılmak Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde okuyan biri olarak anlatılmaz hazlar veriyordu bana. O iyi bir aydın, insansever, doğaya ve hayvanlara duyarlı, aydın olmanın namusuna sımsıkı sahip çıkan muhteşem bir akademisyen, bilim insanı Eylem Hoca'mdı, Hoca'mızdı. Ama burası Türkiye'ydi. Bu kadar kalitesizliğin, gericiliğin, Ortaçağ'ın, karanlığın hakim olduğu bir arenada yarasalar ışıktan korkardı. Niteliksizlik, bağnazlık, ilkellik doğal olarak Eylem Hoca'mızı bizden kopardı. Sadece düşüncelerini açıkladı diye, sadece insanlar ölmesin, savaşlar olmasın diye, insan haklarına uyulsun diye, açlık, yolsuzluk, yoksulluk, hırsızlık olmasın diye düşündüğü için, çaba gösterdiği için, aktivist olduğu için bizimle bağı kopartıldı.
Oysa Değerli Hoca'm Eylem Çamuroğlu Çığ ülkesini, akademisyenlik görevini, Mersin'de olmayı çok seviyordu. Başka ülkelerde yaşamanın çok da kabullendiği bir durum olmadığını vurguluyor, sınıfımızdaki-savaştan kaçıp ülkemizde barınan- Suriyeli öğrencilere yüreği yanıyordu. Vatansız olmanın zorluklarından dem vuruyordu, sonuna kadar bu topraklarda kalmanın, yaşanılır, demokratik, özgür ve eşitlikçi bir Türkiye'nin oluşması için mücadelenin öneminden bahsediyordu.
Ama olmadı, barış istediği için işine son verildi. Bir anda beyaz ölüme, sosyal ölüme muktedirlerce mahkum edildi. Ama o bir yetenekti, o güçlü bir beyindi, o bir mücadele insanıydı. Öyle kolay kolay teslim bayrağını çekecek biri değildi. Haklarını ve hukuksal mücadeleyi biliyordu. Şayet OHAL denilen tuhaf uygulama olmasaydı, normal bir Türkiye Cumhuriyeti olsaydı, bu topraklarda hukuk kuraları geçerli olsaydı, Eylem Hoca'm hukuksal mücadeleyi kazanır, aramıza dönerdi. Ama her şeyin berbat gittiği toplumsal bir tsunamide ne yapabilirdi ki.
Sen akademisyen olamazsın diyen cüce ve ucubelere karşı Almanya'ya gitti, orada Bayreuth Üniversitesi'nde aslanlar gibi bilimsel çalışmalarını yürütüyor. Bu ülkenin sahip çıkamadığı bu güçlü aydınımıza şimdi Almanya kucak açtı..Şimdi oradaki bilimsel ortamı yudum yudum içiyor. Zaten başka türlüsü de olmazdı, olamazdı, güneş balçıkla sıvanamazdı.
Ey Türkiye, ey Mersin, ey üniversite, bey ben, ey halkımız!
Kaybeden Eylem Hoca'm olmadı, Eylem Hocalarımız olmadı, kaybeden sen oldun, ben oldum, biz olduk. Geleceğimiz oldu.
Eylem Hoca'm size sahip çıkamadığım için çok üzgünüm, sizin için ancak böyle bir yazı yazmak elimden geliyor.
Lütfen beni affedin, bizi diyemeyeceğim.
Çünkü bize güvenmiyorum.