“Seninle bir arabaya sürülmüş iki beygir gibiyiz.”
Turgut Özakman söylüyor bunu.
Ocak diye bir oyununda.
Safiye, kocası Tarık’a.
Mutfak var bizim.
Çok yorulduğumda arazi olurum.
Mutfak iyidir.
Mutfaktaysan rahatsındır.
Bir kere mutfakta her şey yapılabilir.
Yemek, sohbet, sigara bile içilebilir salon kokmasın diye.
Gerçi bizimkinde içilmiyor ama olsun.
Arazi olmayı sonlandırıp “Bir ihtiyaç var mı? “ şüphesiyle salona bakınırken.
Sağ tarafımda bir çehrenin – sıhaha diye güldüğüne şahit oldum.
İhtiyaç yok belli.
Araziye devam.
İçim bunaldı ama dedim.
Bu sefer mutfak olmasın.
-Sıhaha’yı tekrarladım içimde.
Mutfağa gittim sıhaha yapmak için.
Karşımda havalandırmanın pervanesi var dönüyor.
Dönen şeylere bayılırım.
Seninle bir arabaya sürülmüş iki beygir gibiyiz dedim pervaneye.
Bir sıhaha daha…
Nerden gelirse gelsin bir sıhaha gelsin yete… Tamam, tamam sıhaha...
-Sıhaha yapmayı tekrarladım. Art arda -sıhaha dedim kendi kendime.
Havalandırma da çalışıyor kimse beni duymaz. Böylelikle deli olduğumu herkesten gizleyebilirim.
-Sıhaha.
Neyse sıhahalar çoğaldı.
Çoğaldıkça nefessiz kaldığımı fark ettim.
Gülmek…
İnsan gülünce aldığı nefesten bir miktar feda etmek zorundaymış onu anladım. Sıhaha…
Yani bir gülmek aldığın nefesi vermekmiş.
Bu düzen bozar.
Bir insan nefesi almadan veremez.
Verir mi ki?
İnsanın gülmesinin bir düzeni bozmasına meyilli oluşu bende güçlü nedenlere dayalı ilk izlenim oldu sıhahalardan sonra.
Nefes vermenin de nefes almak kadar bir anlamıyla insani oluşu da makarnalara süs olarak atılan nane etkisi tabii.
Yani çok bizden gülmek.
İnsana gülünç gelmez insani olmayan şey der Bergson.
Devam eder.
Bir manzara komik gelmez bizlere. Bir ağacın görüntüsü… Tek başına bir hayvan…
“Ancak bir hayvanda insana ait bir özelliğin yansımasını görürsek bu gülünçtür.” diyerek tamamlar paragrafını.
Yani bir kediye - Kandemir Ağabey! Diye seslenseniz. Size; - Efendim koçum! diye cevap verse gülünç olur.
Sıhaha’dan kopmayalım dağıldık belli.
Gülmek uyumsuzdur.
Gülmenin ötesinde yalnızlık vardır. Bir arabaya sürülmüş iki atın yalnızlığı.
Ölmeden on yıl önce bir atın boynuna hıçkıra hıçkıra sarılan Nietzsche’nin hiçliği de cakası.
Nefes alıp vermek doğrusallıktır.
Nefes verip almaksa bir döngü.
Pervane dönüyor hala.
Gülmek uyumsuzluğu içinde barındırır.
Fiziksel hareketinde de bu vardır.
İnsan gülerek öle de bilir nefesinden vere vere.
Ölmesinin farkına bile varmadan.
Camus’nün deyimiyle absürt bir varlıktır insan.
Yaşamı da öyle.
Bir cenazedeyken dışarıdaki konuşmalara hiç şahit oldunuz mu?
Ne absürtlükler döner o konuşmalarda.
Sürekli bir düzen bozmak gerek.
Parçalamak.
Böyle sürer yaşam.
Diğer türlü bunalır kalırız.
Size absürt bir film sahnesini hatırlatarak veda ediyorum.
Bir Zamanlar Anadolu’da – Otopsi.
“Randıman alamıyoruz. “