1853’te Beyoğlu’nda doğup 1885’te Şehzadebaşı’nda Kamelyalı Kadın olarak ölen; babası ölünce evin geçimine katkıda bulunmak için 1873’te Bedros Mağakyan yönetimindeki Alkazar Sahnesi’nde tiyatroya başlayan Mari Nıvart uzun ömürlü olmayan Alkazar Sahnesi’nden 1874’te Hagop Vartovyan’ın (Güllü Agop) ekibine katılıp kısa sürede başarılı bir trajedi başrol oyuncusu oluyor.
Ne kadar az da olsa Mari Nıvart’a dair ne varsa sahnede rol yapmadığı, oynamadığı: ‘Neden bu kadar duygulanıyorsun, bunlar sadece bir oyun değil mi?’ diyenlere karşın ‘Evet, ama insan hayatından oyunlar, bizim için onlar gerçek ıstıraplar.’* dediği başka başka hayatların trajedisini benliğinin derinliklerinde hissederek sahnede o kişi olduğudur. Gerçek olan veya öyle olduğunu sandığımız hayatta olduğu gibi tiyatro sahnesine de maske takmadan çıkan cesur, gayretli, yetenekli bir oyuncu. ‘Yaşamda kalabilmek,’ yok sayılmaya karşın varım diyebilmek için bir yolu vardı yürünecek.
Osmanlı’da tiyatronun henüz geliştiği yıllarda, Ermeni tiyatro oyuncularının ve idarecilerinin bu yolu açmasıyla Mari Nıvart da değişen idari ve ekonomik nedenlerle farklı sahnelerde oynuyor, turnelere çıkıyordu. Hem Ermeni hem tiyatrocu hem kadın olmanın meydana getirdiği aykırı kimliği bir yandan toplumsal bir yandan bireysel bir mücadeleyi getiriyordu kendinde. Matbaanın ve ona bağlı kültürel uyanışın/gelişimin yaşandığı Ermeni toplumunun insanı Mari Nıvart gençlik çağında maddi nedenlerle yoksun kaldığı eğitim durumuna rağmen farklı ustaların sahnelerinde kendisini kültürel açıdan donatıp bu alanda, kasıtlı olarak ve özenle geri bırakılmış toplumu tiyatronun işlevi ile aydınlatma yolunu yürürken devlet içerisinde ihtiyaç duyulan kadrolara insan kaynağı sağlamasının yanında Ermeni olarak öteki, azınlık, Müslüman olmayan günahkar insanlar olarak ulusal farkındalığın uyandığı yıllarda kısa bir yaşam sürmüştür. Yaşamının kısalığını sadece Müslüman olduğu için değil evli bir adam olduğu için Mari Nıvart’ın beraber olamayacağı tiyatro yazarı Şemsettin Sami’ye duyduğu aşk ve güvene borçludur ne yazık ki. Bedelini, korku ve cesareti bir arada barındıran yaşamıyla ödemiştir Mari Nıvart. Kamelyalı Kadın’ın trajedisini, son kez olduğunu belki kendisi de bilmeden gözler önüne sererken içinde kopan fırtınayı herkesten saklayıp aldığı ilaçlarla yalnız gebeliğine değil, değerli yaşamına da son vermiştir.
Mari ile Nıvart’ın Godot’yu beklediği Unutulan’da; bir otele oyun sahnelemeye gelen kumpanyanın Osmanlı yönetimi ve toplumu içindeki varlık mücadelesi ile Mari ve Nıvart’ın kumpanya ve sonrasında otel içindeki yerlerinin de farklı nitelendirilmediğini görüyoruz.** Bir turne sırasında otele borçlanıp ödeme yapamayan kumpanyaya göre rehin bırakılması en uygun kişiler artık kumpanyanın işine yaramayan iki kadındır. Bu kadınlar ki eskisi gibi genç, güzel, iyi oyuncular değillerdir kumpanyanın gözünde, artık onları başlarından atma zamanı gelmiştir. Otel sahiplerinin her işini görebilecek(!), borçlarına denk düşen bir değişim, bir ödeme araçlarıdır artık onlar. Bodrum katına kapatılıp, kapı vurulduğunda nöbetleşe temizliğe giden, dayak yiyen, tecavüz edilen; köleleştirilmiş, çürümeye bırakılmış, henüz borçları kadar sömürülmemiş iki insan. Ne kadar zamandır ödüyorlardı bu borcu, borç ne kadardı, ne zaman bitecekti, bitecek miydi? Karamsar, bitkin, umutsuz, kırgın Nıvart’a karşı Mari iyi şeyler düşünmeye çalışarak bekleyişlerini mi uzatıyordu acaba yoksa sırf yaşadığı için unutulduğuna da unutulacağına da inanmıyor muydu? Bir oyun hazırlarlarsa, güzelce sahnelerlerse, çok sayıda gelen seyirci coşkun bir şekilde Mari’yle Nıvart’ı alkışlarsa, otel iyi para kazanırsa borcun kalanı tamamlanmış olurdu. Bunun böyle olması gerekti. Evet. Yine de oyunlarını seyretmeye yeteri kadar insan gelmezse? Peki oyunu beğenmezlerse? Ya ödeyemezlerse kumpanyanın borcunu? Çıkamazlarsa dünü ve yarını olmayan o karanlıktan, sonsuz bekleyişten? Belki de kabullenmek gerekir ki kumpanyanın Mari ve Nıvart’la işi kalmadı, rehin değil vazgeçilmiş, gözden çıkarılmış birer eşyaydı onlar, bir takas için ederi olacak kadar değerli birer eşya. İhtiyaç duyulan boşlukları tamamladıkları ölçünün dışında varlıklarının ne kumpanya ne de otel yönetimi için bir anlamı vardı. Peki ya Kamelyalı Kadın da mı onları özgürlüklerine kavuşturamazdı? Mari haklı olabilir mi, bizim rüyalarımız hakikat karşısında bir zafer midir?
*Türkiye Ermenileri Sahnesi ve Çalışanları, BGST Yayınları, 2008.
**Unutulan: Elif Ongan Tekçe’nin yazdığı, Burçak Karaboğagüney’le sahneledikleri, Sanem Öge’nin yönettiği oyun, 2018, Mersin.