Sizlere, Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Korosu’nun Adana çıkarmasından bahsedecektim. Oksana Böllü’nün şefliğinde Fahir Atakoğlu’nun Sarı Zeybek sahne kantatını 9 Kasım’da şef Kıvanç Tepe yönetiminde Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası eşliğinde seslendirdiler. Mersin Korosu, deyim yerindeyse konserin yıldızıydı. Birbirinden yetenekli Mersinli genç kızlar zerafetleriyle de adlarından sıkça söz ettirip gurur kaynağımız oldu. İşte böylesine önemli bir yapımı ince ayrıntılarıyla kurgulayıp yazacaktım.
Fakat bu hafta aldığımız iki ailenin intihar haberi, ülkemizi derinden sarstı. Kendi payıma düşen acı kadar, içinde varolmaya çalıştığım kültür ve sanatı da sorguladım. Ömrüme sığdırdığım mütevazi kitaplarım, dinlediğim konserler, izlediğim tiyatro, okuduğum romanlar, bunların hepsinin bir anda boşa çıktığını gördüm.
Aklıma, Adorno’nun “Auschwitz’ten sonra şiir yazmanın barbarca olduğu”, sözü geldi.
Ama O, yüzbinlerin öldüğü büyük trajedi, diyen olacaktır. (Bu durumu ölen insan sayısı belirler mi? Tek bir insanın acısı dahi hepimize yas tutturmalı.)
Sanat, insandan daha kıymetli olmamalı. İnsan kavramı, resimden, şiirden, müzikten önce gelmeli. Niyetim, kötülüğün ve sevgisizliğin kol gezdiği bu dünyanın yaşanılabilir bir yer olup olmadığını sorgulamak değil. Elbette bilincimiz ve acılarımız üzerine, sanatın ve sanatçının söyleyecekleri devam edecektir.
Yine de bir baba olarak yas tutmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Çok üzgünüm, ülkemizin başı sağ olsun.