Nüfusun hızla arttığı ve kaynakların kısıtlı olduğu bir Dünyada, büyümenin sınırları ve sürdürülebilirliği sorgulanamaya başlanmıştır. Mevcut sistemde büyümenin sürdürülemez hale geldiği ve beraberinde getirdiği, gelir adaletsizlikleri, sosyal sorunlarının yanı sıra çevresel sorunlar açısından da neredeyse son noktaya geldiği dünyada tartışılan konulardan birisi olmuştur. Doğayla daha uyumlu bir ekonomik düzenin araçları olarak “Sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir büyüme, düşük karbonlu büyüme, yeşil büyüme, yeşil ekonomi” gibi kavramlar ülkelerin gündeminde yerini almıştır.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) yeşil ekonomiyi; “Bir takım çevresel riskleri ve ekolojik kıtlıkları azaltırken aynı zamanda insan refahını ve toplumsal eşitliği sağlayan ekonomik bir model” şeklinde tanımlıyor. UNEP bu tanımın içine “düşük karbonlu, kaynakların etkin olarak kullanıldığı, toplumsal olarak kapsayıcı böylesi bir sistemde gelir ve istihdam artışının sağlandığı, karbon emisyonu ve kirliliğin azaltıldığı, enerjinin etkin kullanıldığı, biyoçeşitlilik ve ekosistem kayıplarının önlendiği kamu ve özel sektör yatırımlarıyla sağlanan yeşil bir düzen” ifadelerini de ekliyor.
Çevresel riskleri azaltıcı sektörel yatırımlar yeşil ekonomi ile karakterize ediliyor. Temiz teknolojiler, yenilenebilir enerji, enerji verimliliğine sahip binalar, düşük karbon emisyonlu ulaşım, gelişmiş atık yönetimi ve temiz içme suyu sağlanması, sürdürülebilir tarım, sürdürülebilir orman ve sürdürülebilir balıkçılık yeşil ekonomi sektörleri arasında sayılıyor. Sosyal, ekonomik ve çevresel kalkınmanın sürdürülebilirliğini sağlamak adına önemli bir araç haline dönüşen yeşil ekonomi, çevreye dost bir kalkınma ve buna uygun politikaların oluşturulmasını içeriyor.
Veriler yeşil ekonomi konusunda Türkiye’nin önünde kat etmesi gereken uzun bir yol olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin tarihsel süreç içerisinde çevresel kaygılarının politika düzlemine nasıl ve ne kadar yansıtıldığına bakıldığında, çok sınırlı olsa da çevresel kaygılara ilk olarak 3. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda yer verildiği, AB Müktesebatına uyum paralelinde 7. ve 8. Kalkınma Planlarında (DPT, 1995, 2000) büyük oranda ekonomi ve çevre ilişkisine yer verilmeye başlandığı görülüyor. Yeşil ekonominin ülkemizde yaygın bir biçimde konuşulup tartışıldığı 2000’lli yıllardan günümüze, pek çok konu halen günceliğini koruyor.
Çeşitlenerek artan küresel çevresel riskleri en aza indirmek için, yeşil ekonomi yaklaşımının önemine dikkat çeken bilim insanları ve yazarlar, “Türkiye ekonomisinin yenilenebilir enerji, organik tarım ve yeşil bina sektörleri gibi inovasyona ve rekabete daha açık çevre-dostu sektörlere yönelmesini gerektiğine” vurgu yapıyorlar.
Doğaya saygılı, yaşanabilir bir kentleşme ve sanayileşme modeli ile yeşil kalkınma anlayışını merkeze alan ve bu anlayışı topluma kazandıran, sürdürülebilir ekonomik, çevresel ve toplumsal hayatın oluşturulmasını diliyor ve umut ediyorum.