Memleketin üstüne bir salça kokusu çöktü;
tütsü diye yaksam, ciğerim yanar.
Eskiden köy kazanında kaynardı hayat,
şimdi her yemeğin üstünde aynı boya, aynı tat.
Domates mi?
Eski domates değil.
Salça mı?
Bildiğin plastik mi? lastik mi?
karar vermek zor...
Çin tuzuyla çalkala,
buyur sana kimliksiz mutfak, kimliksiz halk!
Ocaklar tarhana kokardı bir vakitler,
mantı, fasulye, ıspanak kendi şahsına münhasırdı.
Yağda kızarmış kırmızı biber
yemeğin üstüne inerdi mis gibi.
Şimdi?
Her şey salçalı, her şey aynı;
ağızda tat yok, yürekte hissiyat yok.
Önce mutfak fethedildi,
Sonra...
zihinler de aynı salça kıvamına geldi.
Kıvam derken:
kaşık saplanınca düşmeyen cinsinden—
vurdumduymazlık, hissizlik, kültürel dejenerasyon.
Hatırla:
Dallas,
arkasından evlilik programları;
gündüz kuşağında ahlaksızlık,
akşam kuşağında yozlaşma.
Reyting yoksa ahlak da yok zaten.
Bak şimdi gençlere:
cep telefonunda TikTok,
yüzde boş bir ifade,
dilde üç kelime:
“Aynen.” “Evet.” “Hıhı.”
Narkozlanmış milletin gençliği.
Dedim kendi kendime:
bu iş salçayla başladı.
Toplum salçalaştı,
insan insansalça,
ahlak ahlaksalça,
vicdan vicdansalça!
Yetmedi;
bir de ketçap çıktı başımıza.
Her köşe başında fast-food,
her sofrada mayonezli yozlaşma.
Ketçabın saltanatı başladı, beyler!
Yarın öbür gün hepimiz
salçalı sosis gibi aynı tabakta
kim bilir kime servis edileceğiz?
Hadı onu da siz bulun...