Belki benim hakkımda çok şey duydunuz, gördünüz veya okudunuz. Gelip misafirim olmuşluğunuz da olabilir. İlk defa karşılaşıyorsak eğer; ben raflarında binlerce kitabı olan, her gün bir sürü misafir ağırlayan, farklı farklı etkinliklere ev sahipliği yapan bir kafe-kütüphaneyim. Ama esas meramım biraz daha fazlası. Bir sembol, bir mecrayım ve bir vesile olmaya çalışıyorum. Bunun hikâyesini duymuş olabilirsiniz; imza, sürgün, kitaplar, ihraçlar ve sonra umutlar, hayaller, dostlar ve dayanışma. 15 aylık oldum neredeyse; sanki artık kendi hikâyemi kendim de anlatabilirmişim gibi geliyor. Bazen raflarımda ağırladığım bir kitap, bazen kahve ikram ettiğim bir konuk, dinlediğim bir davetli meramımı anlatmama vesile olabilir diye düşünüyorum. Geçen Cuma ve Cumartesi akşamları ağırladığımız muratları düşünürken fark ettim bunu.
Bayağı kalabalıktı iki etkinlik de. Ama gelemeyenler, haberdar olamayanlar için hatırlatmış olayım. Cuma akşamı Murat Meriç, cumartesi akşamüstü de Murat Sevinç konuğumuzdu.
Geçen sene umut şarkıları ile konuk ettiğim Murat Meriç bu sefer barış şarkıları çaldı, çoğunlukla yanında getirdiği plaklarla. Ne plaklar hem de… Hiç duymadığınız, hayal bile edemeyeceğiniz şarkılar, hiç beklemediğiniz sanatçılardan. Mesela Halit Kıvanç’ın şarkılarla Kıbrıs Harekâtı’nı anlatabileceğini düşünür müydünüz? İnanmazsanız buyurun şu adresten bakın: https://www. youtube. com/watch?v=nEU9vEKyVlE. Eğer fırsatınız olursa tüm dinletiyi youtube sayfamdan da izlemenizi tavsiye ederim: https://youtu. be/g_XMNUNGDkg.
Cumartesi günü de Murat Sevinç’i ağırladım. Eski anayasa hukukçusu diye duymuştum. Bayağı ağır muhabbet olur diye düşünüyordum. Ama meğersem hocanın İngiltere’de garsonluk yaptığı döneme dair anılarını içeren bir kitabı çıkmış. “Hey Garson” başlıklı kitaptan konuştuk ama bunları konuşurken yurttaşlık, adalet, eşitlik, demokrasiyi düşündük. Çünkü fark ettik ki, yurttaş olamadığımız için karşımızdakini, mesela garsonları eşit görmüyoruz, onları yok sayarak ya da küçük görerek toplumsal gerilimlere, demokratik zaaflara hizmet ediyoruz bir şekilde. Ülkede yaşanan sorunların faturasını belli kişilere ya da kurumlara çıkarmadan hepimizin farkında olmadan parçası olduğu bir kültürün, ilişkilerin payını da teslim etmemiz gerektiğini düşündürdü Murat Hoca’nın garsonluk anıları.
Bu haftaki konuklarımın ortak yanları sadece isimleri değildi. Barıştan, demokrasi, eşitlik ve özgürlükten yana olmaları ve bu ilkeleri yaşatmak ve güçlendirmek için tuttukları yollar da adaştı sanki. Murat Hoca’nın geçen aylardaki bir yazısında kullandığı benzetmeyle ifade edecek olursak ikisi de kuyunun dibindeki umudun peşine ellerinde olan, kalan iğneleri ile ulaşmak için kazma faaliyetine devam eden güzel insanlar.
Birisi memleketin tarihini, hissiyatını, belli ilkelerin önemini çok tanıdık ezgilerle hatırlatmaya çalışıyor. Bir Nazım Hikmet şiirini, Edip Akbayram’ın şarkısı ile çalması yetiyor mesela güzel günleri tekrar göreceğimize dair inancımızı diriltmeye.
Öteki de İngiltere’de garsonluk yapan bir gencin anıları ve gözlemleri ile bize yurttaşlığı, eşitliği, demokrasiyi düşündürebiliyor.
Belki de durmadan tekrarladığımız yeni siyasi dilin ipuçları bu şarkılarda, bu anılarda. Aynı şeyleri farklı kelimeler kullanarak anlatmak değil belki de ihtiyaç duyduğumuz yeni dil. Farklı bir etkileşime ihtiyacımız var. Şarkılarla, şiirlerle, sanatla, mizahla, edebiyatla derdimizi dillendirip, dermanımızı aramanın yollarına ihtiyacımız var. Farklı bir kültüre ihtiyacımız var belki de o enkazların altında kalan umutlara açılan kuyuları açmak için. Kepçemiz, hiltimiz yok ama iğnelerimiz var. İğnelerin kardeşliği, dayanışması, kültürü ile açacağız umudun kuyularını. Benim adım da Kültürhane ise o iğneleri aramaya, bulduklarımı misafir etmeye devam edeceğim…