İç savaş çıkacak diye korkuyordu.
Korkuyordu; çünkü iç savaşın ne olduğunu çok iyi biliyordu, yıllardır yaşıyordu, içinde yıllardır savaş(lar) oluyordu.
Zihni başka, duyguları başka şey derken bedeni bambaşka eylemler yapıyordu. Yaşamak istediği hayat başka iken, yaşamakta olduğu hayata katlanıyordu.
Felsefe okumak isterken, tıp okuyordu.
Başka birini severken, bir başkasıyla sevişiyordu.
Öksürüklere boğulurken sigara içiyordu.
Terörü lanetlerken, evde öfkesinden terör estiriyordu.
Başkasının onu sevmesini beklerken, kendisini sevmeyi bilmiyordu.
Emekçinin haklarını savunuyorken, hiçbir şeye emek vermiyordu.
Demokrasiyi överken her ortamda, farklı fikirlere hiçbir şekilde tahammül göstermiyordu.
Hayatında olumsuz şeyler istemiyor, zihninde sürekli olumsuz filmleri oynuyordu.
Ülkede bir iç savaş çıkacak diye ödü kopuyordu, çünkü iç savaşın ne olduğunu çok iyi biliyordu.
İnsan kendinden yola çıkar her çıkarsamasında. İnsan kendi içi gibi bilir dışındakileri. İnsan kendi iç savaşlarının esiriyken, kendi iç savaşlarında bu derece yorgunken ve de çaresizken, tahammülü de, cesareti de yoktur başka cephelerde kendini görmeye…..
Ve aslında hergün yavaş yavaş öldüğünün zaman zaman farkında olsa da, hazır değildir ölümü net olarak fark etmeye…
Oysa korkunun esiri olduğu an, her cephede kaybetmişti.
Ve kazanmak sadece cesaret işiydi.. Kendinle yüzleşme cesareti…